Görselde olup da aşağıdaki unsurlar arasında başlıklandırılmamış unsurların, örgütsüz ya da sempatizan kitle ve aşağıdaki unsurlar arasında dağılımı söz konusudur. Buradan bakınca devrimci kampın birliğini sağlamak pek de zor görünmüyor. Tabi buna okuduktan sonra siz karar verin.
Klasik Marksizm, toplumsal gelişmenin temel itici gücünü insanların üretim biçimleri ve bu biçimlerin yarattığı sınıf ilişkileri olarak tanımlar. Üretici güçler (teknoloji, emek) ile üretim ilişkileri (mülkiyet biçimleri, sınıflar) arasındaki çelişkiler, tarih boyunca toplumsal değişimin kaynağıdır. Marx’a göre tarih, “sınıf mücadeleleri tarihidir”; köle ile efendi, feodal bey ile serf ve nihayetinde burjuvazi ile proletarya arasındaki çatışmalar, her çağın politik yapısını belirler. Kapitalizm, artı-değer sömürüsü üzerine kurulu bir sistemdir; işçi, emeğinin yarattığı değerin tamamını alamaz, sermaye bu “artı-değere” kâr olarak el koyar. Bir malın değeri, toplumsal olarak gerekli emek süresine dayanır ve artı-değer, kapitalist kârın kaynağıdır. Kapitalizm, kâr oranlarının düşmesi, aşırı üretim ve pazar daralması nedeniyle periyodik krizler yaşar. Üstyapı (devlet, hukuk, ideoloji) ekonomik temele dayanır, ancak aralarında karşılıklı bir etkileşim vardır. Devlet, egemen sınıfın çıkarlarını koruyan bir aygıt olarak görülür. Kapitalist üretim biçimi, kendi iç çelişkileriyle proletaryanın iktidarı alacağı bir devrimle aşılacaktır ve nihai hedef sınıfsız, sömürüsüz komünist toplumdur. Her şeyin sürekli değişim, karşıtlık ve çelişki içinde olduğunu; bu çelişkilerin çözülerek yeni biçimler yarattığını savunur. Toplumsal gerçekliği, maddi koşullar ve üretim ilişkileri üzerinden açıklar; idealist (saf düşünceye dayalı) açıklamalara karşıdır. Klasik Marksizm yalnızca “açıklama” değil, toplumsal ilişkileri değiştirme hedefi de güder. Bu nedenle teori ile pratik (praksis) birbirinden ayrılamaz. Klasik Marksizm, toplumları maddi üretim ilişkileri ve sınıf çatışmaları üzerinden anlamaya, kapitalizmi eleştirip aşmaya ve bunun için diyalektik-materyalist bir yöntemle hem bilimsel hem devrimci bir yol önermeye dayanır. Sonraki Marksist akımlar bu temeli farklı tarihsel koşullara ve politik stratejilere göre yeniden yorumlamıştır.
LENİNİZM
Leninizm, kapitalist toplumda işçi sınıfının kendiliğinden bilincinin “sendikal” düzeyde kalacağını, devrimci bilinci taşıyacak disiplinli, profesyonel devrimcilerden oluşan bir öncü partiye ihtiyaç olduğunu savunur. Parti içinde tartışma özgürlüğü vardır; ancak karar alındıktan sonra tüm üyeler bu karara uymak zorundadır. Bu yapı, hem demokratik hem de merkezi bir işleyişi hedefler. Proletarya diktatörlüğü, kapitalist sınıfın direncini kırmak ve sosyalist dönüşümü gerçekleştirmek için işçi sınıfının devrim sonrası siyasal iktidarıdır. Burjuva devlet aygıtı reformlarla ele geçirilemez; devrimci bir kırılma gereklidir. Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin “en yüksek ve son aşaması”dır; finans kapitalin egemenliği, sermaye ihracı ve dünya pazarının paylaşılması, büyük tekelci şirketlerin yükselişi bu dönemi tanımlar. Dünya kapitalizmi eşitsiz gelişir; devrim en gelişmiş ülkede değil, en zayıf halkada (örneğin Çarlık Rusyası) patlak verebilir. Devrim sürecinde işçi, köylü ve asker konseyleri (sovyetler) ile burjuva devlet yapısı arasında “ikili iktidar” ortaya çıkar; bu konseyler devrimci iktidarın temelidir. Lenin, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunarak sosyalist hareket içinde ulusal kurtuluş mücadelelerini desteklemiştir. Marx’ın yöntemini sürdürür; toplumsal değişimi maddi üretim ilişkileri ve çelişkiler üzerinden açıklar. Lenin sık sık “somut durumun somut tahlili” ifadesini kullanır; strateji, genel ilkelerden değil, her ülkenin özgül sınıf dengelerinden ve tarihsel koşullarından türetilir. Teori, devrimci pratiğe yön vermek içindir; parti, bu birliğin kurumsal ifadesidir. Leninizm, kapitalizmin tekelci/emperyalist aşamasında devrimin nasıl gerçekleşeceğine dair özgün bir yol haritası sunar. Merkezinde öncü parti, demokratik merkeziyetçilik, proletarya diktatörlüğü ve emperyalizm çözümlemesi vardır. Bu çerçeve, 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’nin ideolojik temeli olmuş, daha sonra farklı Marksist akımlar tarafından hem benimsenmiş hem de eleştirilmiştir.
STALİNİZM (MARKSİZM-LENİNİZM)
Stalin, Lenin’in ölümünden sonra, dünya devriminin yakın vadede gerçekleşmeyeceği gerekçesiyle Sovyetler Birliği’nin kendi içinde sosyalizmi inşa edebileceğini savundu. Komünist Parti’nin toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamın tüm alanlarında mutlak önderliğiyle muhalefet, hizipçilik veya bağımsız siyasi örgütlenme kabul edilmedi. Beş Yıllık Planlar aracılığıyla ağır sanayiye öncelik verildi; tarımda zorunlu kolektivizasyon uygulandı. Bu, hem büyük ekonomik dönüşüm hem de geniş çaplı kıtlık ve toplumsal sarsıntılar yarattı. Devlet, üretim araçlarının tek sahibi ve ekonomik planlamanın merkezidir; piyasa mekanizmaları büyük ölçüde tasfiye edildi. Stalin döneminde Marksizm-Leninizm terimi, parti ve devlet ideolojisi olarak kurumsallaştı. Teori, sınıfsız topluma giden aşamalı bir süreç ve proletarya diktatörlüğünün uzun süreli gerekliliği şeklinde yorumlandı. Sosyalizmde sınıfların tamamen ortadan kalkmadığı, bu nedenle “sınıf mücadelesinin” sosyalizm koşullarında da devam ettiği görüşü etkindi. Kapitalist dünyayla çevrili bir sosyalist ülkenin askerî ve ekonomik açıdan kendini koruması, sürekli teyakkuz hâli yarattı. Lenin’in demokratik merkeziyetçilik kavramı, tartışma ve eleştiri imkânlarının büyük ölçüde ortadan kaldırıldığı, emir-komuta zincirine indirgenen bir biçime dönüştü. Merkezî planlama, üretim hedeflerinin ve kaynak tahsisinin devlet tarafından belirlenmesini esas aldı. NKVD gibi güvenlik aygıtlarının geniş yetkileriyle “Büyük Temizlik” (1936–38) gibi geniş çaplı tasfiyeler oldu. Sanat, edebiyat ve bilim, sosyalizmin zaferini yüceltmek ve parti çizgisine uygunluğu sağlamak amacıyla sıkı denetim altına alındı. “Stalinizm” terimi hem taraftarları (sosyalist inşanın zorunlu bir evresi olarak görenler) hem de eleştirmenleri (otoriterleşme, kitlesel baskılar ve bürokratikleşme vurgusu yapanlar) tarafından farklı anlamlarda kullanılır. Özetle, Stalinizm; tek ülkede sosyalizm, merkezî planlama, parti-devlet bütünlüğü ve siyasal muhalefetin bastırılması üzerine kurulu, Sovyet deneyimine özgü bir Marksizm-Leninizm yorumudur.
TROÇKİZM
Troçki’ye göre kapitalizmi zayıf gelişmiş ülkelerde (ör. Çarlık Rusyası) demokratik devrimi tamamlayacak burjuvazi yoktur. Bu nedenle işçi sınıfı, demokratik taleplerden sosyalist devrime kesintisiz biçimde ilerlemelidir. Sosyalizmin tek bir ülkede kalıcı olamayacağı; devrimin uluslararası ölçekte yayılması gerektiği fikri egemendir. Sovyetler (işçi konseyleri) aracılığıyla geniş tabanlı, katılımcı bir yönetim; parti bürokrasisinin değil, işçilerin iktidarı istenir. Troçki, Sovyetler Birliği’ndeki parti-devlet aygıtının ayrıcalıklı bir bürokrasi oluşturduğunu savundu ve bu durumu “dejenere işçi devleti” olarak tanımladı. Kapitalizmi aşmak için, işçi sınıfının günlük talepleriyle (ücret artışı, çalışma saatlerinin kısaltılması, işçi denetimi) sosyalist hedefler arasında köprü kuran politikalar önerdi. Kapitalist sistemin dünya ölçeğinde bir bütün olduğunu; bu nedenle bir ülkedeki devrimin ya yayılacağını ya da gerileyeceğini savunur. Marx’ın yöntemi temel alınır; toplumsal ilişkiler, sınıf mücadelesi ve maddi koşullar üzerinden analiz edilir. 1938’de kurulan Dördüncü Enternasyonal, dünya çapında devrimci partilerin eşgüdümünü hedefler. Parti içinde çoğulculuk ve tartışma özgürlüğü; kararlar sonrasında gönüllü disiplin vardır. Troçkizm, uluslararası devrim, sürekli devrim stratejisi ve işçi demokrasisi vurgusuyla, Stalinizmin “tek ülkede sosyalizm” ve bürokratik otoriterlik anlayışına kökten karşıdır. Teorik ve pratik hedefi, dünya çapında sosyalist bir dönüşümü işçi sınıfının demokratik örgütlenmesiyle gerçekleştirmektir.
MAOİZM
Maoizm, sanayileşmemiş, tarım ağırlıklı toplumlarda köylülerin devrimde temel güç olabileceğini kabul eder. Bu, klasik Marksizm’in “öncü sınıf proletaryadır” vurgusundan önemli bir sapmadır. Kırsaldan kentlere doğru uzun süreli gerilla mücadelesi ile iktidarın fethedilmesi gerekir. Yarı-sömürge veya yarı-feodal ülkelerde, devrimin ilk evresinde işçiler, köylüler, kentli küçük burjuvazi ve “vatansever” burjuvazinin ittifakıyla “demokratik halk iktidarı” kurulur; ardından sosyalist dönüşüme geçilir. Parti politikalarının, halkın deneyim ve taleplerinden öğrenip onları örgütleyerek yeniden halka götürülmesi söz konusudur. Sosyalist iktidar kurulduktan sonra bile sınıf mücadelesi devam eder. Bürokratikleşmeyi ve “kapitalist yolcuları” engellemek için devrim sürekli kılınmalıdır. 1966–76 arasındaki Kültür Devrimi, bu anlayışın uygulamasıdır. Mao, diyalektik materyalizmi “çelişki” kavramı etrafında yeniden yorumladı. Toplumsal ve doğal süreçlerde baş çelişki ile tali çelişkilerin ayrımı, stratejik öncelikleri belirler. Yabancı sermaye ve dışa bağımlılığa karşı, ulusal bağımsızlık ve öz kaynaklarla kalkınma vurgusu yapar. Somut koşulların ayrıntılı incelenmesi (“gerçeklerden hareket etmek”) ve esnek strateji vardır. Parti kadrolarının halka giderek bilgi toplaması, bu bilgiyi teorik çerçevede işleyip yeniden halka sunması döngüsü işler. Siyasi-askerî mücadelenin aşamalı ilerleyişi: gerilla savaşı, hareketli savaş, nihai taarruzdur. Liderlik ile taban arasında çift yönlü iletişim; kararların kitlelerin onayı ve katılımıyla uygulanması söz konusudur. Maoizm, köylü merkezli devrim, uzun süreli halk savaşı, kitle hattı ve sürekli devrim anlayışlarıyla, sanayileşmemiş toplumlarda sosyalist dönüşümün özgün yolunu tanımlar. Bu yaklaşım, 20. yüzyıl ortasında Çin Devrimi’ni şekillendirdiği gibi, daha sonra Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki birçok hareketi de etkiledi.
BATI MARKSİZMİ
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, faşizmin yükselişi ve Sovyet deneyiminin otoriterleşmesi, Batı Marksistlerini klasik devrim beklentisini sorgulamaya yöneltti. Ekonomik indirgemeciliğe karşı, sanat, ideoloji, kültür ve bilinç biçimlerini incelemeye ağırlık verir. Marx’ın erken dönem yazılarındaki insanî öz ve yabancılaşma kavramları yeniden gündeme alınır. Sovyetler Birliği’nin tek parti yönetimi ve “resmî Marksizm”i eleştirilir; devrimci pratiğe karşı eleştirel ve özerk bir konum benimsenir. Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse gibi isimler, kapitalizmin yalnızca ekonomik değil, kültürel-ideolojik aygıtlarla da sürdüğünü vurgular. Kitle iletişim araçlarının pasifleştirici ve ticarileştirici etkisi gündemdedir. Aydınlanma aklının teknik/araçsal biçimiyle baskıcı sistemlere hizmet edebileceği düşüncesi ağırlıktadır. Antonio Gramsci, egemen sınıfların yalnızca zor yoluyla değil, “rızanın üretimi” yoluyla iktidarını sürdürdüğünü savunur. Sivil toplum, kültürel liderlik ve “organik entelektüeller” kavramları önemlidir. Georg Lukács, “reifikasyon” (şeyleşme) ve sınıf bilinci kavramlarıyla kapitalist toplumun insanı nasıl nesneleştirdiğini inceler. Sadece ekonomik altyapı–üstyapı ilişkisi değil; ideoloji, kültür, psikoloji, felsefe gibi alanlar da diyalektik analiz nesnesidir. Toplumu yalnızca açıklamak değil, onu özgürleştirici pratiklere yönlendirecek normatif bir eleştiri geliştirmek gerekir. Sosyoloji, felsefe, psikoloji, estetik ve siyaset teorisi birlikte kullanılır. Toplumsal dönüşüm için bilinç yaratma, kültürel hegemonya mücadelesi ve entelektüel eylem vurgulanır. Batı Marksizmi; ekonomik indirgemeciliği reddeden, kültür ve ideolojiye odaklanan, eleştirel ve felsefi bir Marksist yönelimdir. Frankfurt Okulu, Gramsci, Lukács, Sartre ve Althusser gibi düşünürler bu çerçevenin farklı damarlarını oluşturur. Devrim beklentisini salt ekonomik krizlere değil, kültürel hegemonya ve bilinç dönüşümü süreçlerine bağlaması, onu klasik ve Sovyet Marksizminden ayıran temel özelliktir.
EKOSOSYALİZM
Ekososyalizm, kapitalist üretimin kâr maksimizasyonu uğruna doğal kaynakları sınırsız bir hammadde gibi tükettiğini ve bunun iklim krizi ile ekosistem tahribatının yapısal nedeni olduğunu savunur. Doğal kaynakların ve üretim araçlarının ortak mülkiyeti, yalnızca adil paylaşım için değil, ekolojik planlama için de zorunludur. İşçi sınıfı ve ekoloji hareketlerinin ittifakıyla hem emek sömürüsüne hem de doğa sömürüsüne karşı mücadele edilir. Sürekli ekonomik büyüme hedefi yerine “yeterlilik” ve niteliksel gelişme kavramları öne çıkar. Marx’ın “metabolik yarılma” kavramı (insan-doğa arasındaki dengenin kapitalizmce bozulması) ekososyalist teorinin tarihsel dayanağıdır. Karbon emisyonlarının tarihsel sorumluluğunu, sınıfsal ve coğrafi eşitsizlikleri hesaba katan küresel bir adalet anlayışı vardır. Enerji üretiminin fosil yakıtlardan uzaklaştırılması, demokratik olarak planlanan yenilenebilir enerjiye geçiş istenir. Piyasa mekanizmalarına değil, katılımcı ve yerel-demokratik karar süreçlerine dayalı bir ekonomik model savunulur. Doğa ile toplumun karşılıklı etkileşimini, üretim ve ekosistem arasındaki çelişkileri birlikte inceler. Belediyeler, kooperatifler ve topluluk temelli karar alma süreçleriyle “aşağıdan yukarıya” örgütlenme söz konusudur. İşçi sendikaları, yerli halk örgütleri, çevreci ve feminist hareketlerin ortak mücadelesi örülür. Adil geçiş (just transition) ilkesi; karbon yoğun sektörlerde çalışan emekçilerin haklarını koruyarak yeşil ekonomiye geçiş istenir. Ekososyalizm, kapitalizmin hem emek hem doğa sömürüsüne karşı çıkan; demokratik planlama, ekolojik denge ve sosyal adalet ekseninde yeni bir sosyalizm yorumu sunar. İklim krizini yalnızca teknik çözümlerle değil, ekonomik sistemin kökten dönüşümüyle aşmayı hedeflediği için, günümüzde iklim hareketleri ve sol siyasette giderek daha fazla referans alınan bir yaklaşım hâline gelmiştir.
FEMİNİST MARKSİZM
Feminist Marksizm, kadınların hem ücretli emekte (işyerinde) hem de ücretsiz emekte (ev içi bakım, çocuk yetiştirme) sömürüldüğünü savunur. Erkek egemenliği ve kapitalist üretim birbirini besler; patriyarka kapitalizmin işgücünü ucuz tutmasına ve yeniden üretmesine hizmet eder. Kadınların ezilmişliği biyolojik değil, tarihsel ve toplumsal süreçlerin ürünüdür. Kapitalizmin devamı, emek gücünün (yeni işçilerin) her gün yeniden üretilmesine bağlıdır. Yemek pişirme, çocuk bakımı, duygusal emek gibi ev içi işler bu yeniden üretimin temelidir. Silvia Federici, Mariarosa Dalla Costa gibi yazarlar ev işinin kapitalizme “görünmez” bir katkı sağladığını vurgular. Kadınların kurtuluşu, yalnızca sınıf mücadelesiyle ya da yalnızca cinsiyet eşitliği politikalarıyla değil, her ikisinin birleşik mücadelesiyle mümkündür. Siyah feminist Marksistler (ör. Angela Davis) ırk, sınıf ve cinsiyetin kesişimsel ezilme biçimlerini inceler. Toplumsal cinsiyet ilişkilerini ekonomik altyapı ve üretim biçimleriyle birlikte, değişken ve tarihsel süreçler olarak inceler. Akademik analizle sınırlı kalmaz; sendikalar, kadın örgütleri, bakım emeği kampanyaları gibi mücadele alanlarında eylemi teşvik eder. Cinsiyet, sınıf, ırk, etnik köken, göçmenlik durumu gibi eksenleri aynı anda ele alır. Kadın işçiler, ev emekçileri ve topluluklarla birlikte bilgi üretmeyi, onların deneyimlerini merkeze almayı önemser. Feminist Marksizm, patriyarkanın ekonomik köklerini açığa çıkararak, hem kapitalist sınıf ilişkilerini hem de cinsiyet temelli tahakkümü hedef alan birleşik bir özgürleşme programı önerir. Bu yaklaşım, ücretli/ücretsiz emek analizi, sosyal yeniden üretim teorisi ve kesişimsel yöntemleriyle hem klasik Marksizmi hem de ana akım feminizmi zenginleştirmiştir.
OTONOM MARKSİZM
Otonom Marksizm, işçi sınıfının kurtuluşunun devlet ya da “öncü parti” aracılığıyla değil, kendi taban örgütlenmeleriyle gerçekleşeceğini savunur. Kapitalizmin gelişiminin motoru, işçi sınıfının direnişi ve mücadele kapasitesidir; sermaye bu direnişe yanıt olarak sürekli yeniden yapılanır. Geleneksel sol partiler ve sendikalar, işçi sınıfının yaratıcı potansiyelini sınırlayan bürokratik yapılar olarak görülür. Yalnızca fabrikadaki üretim değil, gündelik yaşamın tamamı (ev işleri, topluluk ilişkileri, göçmen emeği) kapitalist ilişkilerin parçasıdır. Marx’ın “sermayenin hareket yasaları”na karşı, işçilerin bilinçli direniş ve örgütlenmelerinin tarihsel belirleyiciliği vurgulanır. Kapitalist üretim, yalnızca fabrikayla sınırlı değildir; şehir, ev, üniversite, iletişim ağları da üretimin parçası hâline gelir. Kadın emeği, göçmen emeği, bilişsel emek gibi alanlar da sermaye birikiminin merkezindedir. Temel gelir, kamu hizmetleri ve sosyal haklar, işçi sınıfının kolektif kazanımları olarak görülür. Komiteler, mahalle meclisleri, işçi konseyleri ve doğrudan demokrasi biçimleriyle örgütlenme söz konusudur. Akademik analizle işçilerin deneyimlerini birleştiren, araştırmayı kolektif bir pratik hâline getiren yöntem kabul görür. Maddi üretim ilişkileri analiz edilirken, işçilerin iradesi ve yaratıcılığı da belirleyici değişken olarak ele alınır. Hiyerarşiye dayalı liderlik yerine yatay karar alma süreçleri vardır. Otonom Marksizm, devrimci özneliği işçi sınıfının kendi özyönetiminde gören, parti ve devlet merkezli stratejileri reddeden, gündelik hayatı ve üretim süreçlerinin tamamını siyasal alan olarak değerlendiren bir Marksist yaklaşımdır. İtalya’daki Autonomia hareketinden başlayarak 1970’lerden günümüze kadar esnek, ağ tabanlı ve yerel direniş biçimlerine ilham vermiştir; günümüz “ortaklar ekonomisi”, temel gelir ve dijital emek tartışmalarına da teorik katkılar sunmuştur.
ULUSAL KURTULUŞ DEVRİMCİLERİ
Ulusal Kurtuluş Devrimcileri, halkın kendi kaderini tayin hakkına dayalı bir bağımsız devlet kurmayı hedefler. Batılı güçlerin siyasi, ekonomik ve kültürel müdahaleleri, ulusal kaynakların sömürülmesi ve yerel yönetimlerin denetiminin dışa bırakılması temel eleştiri konularıdır. Ulusal dil, gelenek, din ve tarih bilinci, toplumsal dayanışmayı pekiştirir ve direnişi meşrulaştırır. Toplumun farklı sınıfları (köylüler, işçiler, burjuvazi, toprak sahipleri) ulusal kurtuluş mücadelesinde farklı roller üstlenir; bazı durumlarda küçük burjuvazi ve işçi sınıfının ittifakı kritik öneme sahiptir. Ulusal kurtuluş, yalnızca siyasi bağımsızlık değil, ekonomik ve kültürel bağımsızlığı da içerir; yabancı sermaye ve dışa bağımlılık eleştirilir. Devrim, genellikle hem silahlı hem diplomatik mücadeleleri içerir; ulusal birliği sağlamak için tabandan tabana örgütlenme ve kitlesel hareketler öne çıkar. Halkın farklı kesimleri (köylüler, işçiler, öğrenciler, kadınlar) örgütlenir; dayanışma ve yerel komiteler yoluyla mücadele yürütülür. Silahlı direniş, sabotaj, yerel savunma birimleri, gerektiğinde şehir ve kırsal alanlarda esnek taktikler kullanılır. Diğer bağımsızlık hareketleri, dost devletler veya uluslararası örgütlerle iş birliği yapılır; propaganda ve diplomatik ilişki önemli araçlardır. Halkın bilinçlendirilmesi, ulusal kimliğin ve direniş ruhunun pekiştirilmesi için eğitim, kültürel faaliyet ve propaganda yöntemleri kullanılır. Milli / Ulusal Kurtuluş Devrimcileri, sömürgecilik ve dış egemenliğe karşı bağımsızlık hedefler; bu süreçte toplumsal dayanışma, ulusal bilinç, kitlesel örgütlenme ve stratejik taktikler temel araçtır. Hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel bağımsızlık, bu akımların merkezinde yer alır.
KLASİK ANARŞİZM (ANARKO-KOMÜNİZM VE ANARKO-SOSYALİZM)
Klasik Anarşizm, devleti zor ve baskı aracı olarak görür ve özgür toplulukların oluşumunu engellediğini savunur. Birey, devletin veya herhangi bir otoritenin sınırlamalarından bağımsız olarak kendi yaşamını örgütlemelidir. Toplumsal yaşam, gönüllü birliktelik, federasyonlar ve topluluklar üzerine kurulmalıdır. Kapitalist özel mülkiyet, eşitsizliği ve baskıyı sürdürür; üretim araçları toplumsal mülkiyete veya kolektif kullanım haklarına geçmelidir. Kapitalist ve feodal yapılar ortadan kaldırılacak, kararlar yatay örgütlenmeler üzerinden alınacaktır. İnsan doğası, işbirliği ve dayanışma kapasitesine sahiptir; zorunlu otorite olmadan sosyal düzen mümkündür. Toplumsal dönüşüm, işçi sınıfı ve köylü hareketlerinin kendi girişimleriyle gerçekleşmelidir; öncü parti veya devlet aracılığı gereksizdir. Bazı anarşistler Marx’ın sınıf analizi ve kapitalizm eleştirisinden beslenmiş, ancak devletçilik ve merkezi önderlik anlayışını reddetmiştir (Bakunin’in Marx’a eleştirisi). Grevler, işgal, sabotaj, kitle protestoları gibi yöntemlerle doğrudan mücadele esas alınır. Köy, mahalle veya işçi konseyleri aracılığıyla karar alma ve üretim süreçlerini yönlendirme söz konusudur. Halkı bilinçlendirme, özgürlük ve eşitlik fikirlerini yayma; kitaplar, broşürler ve toplantılar yapılır. Liderlik ve merkezi komuta yerine yatay, katılımcı ve gönüllü yapılar vardır. Klasik Anarşizm, devlet ve merkezi otorite karşıtı, bireysel özgürlük ve topluluk dayanışmasına dayalı, sınıfsız ve eşitlikçi bir toplum hedefleyen bir devrimci yaklaşım sunar. Teorisi kapitalizm ve otoriter devlet yapılarını eleştirirken, metodolojisi doğrudan eylem, özyönetim ve eğitim yoluyla toplumsal dönüşümü amaçlar.
BİREYCİ ANARŞİZM
Bireyci Anarşizm, bireyin herhangi bir devlet, otorite ya da toplumsal zorlamaya tabi olmadan kendi yaşamını belirleme hakkına sahip olduğunu savunur. Birey kendi eylemlerinin sorumluluğunu taşır; kolektif karar alma zorunluluğu yoktur. Devlet, din, toplum ve geleneksel normlar eleştirilir; bireyin iradesi üstün tutulur. Bazı bireyci anarşistler, ekonomik ilişkilerde zorunlu devlet müdahalesini reddeder ve serbest sözleşmeye dayalı değişimi savunur. Max Stirner’e göre, “benlik” ve bireysel çıkar, toplumsal normların ve ideolojilerin önündedir; devlet ve toplumun dayattığı değerler bireysel özgürlüğü kısıtlar. Tüm merkezi otorite ve hiyerarşi eleştirilir; bireyin özgürlüğü kolektif amaçların önüne geçer. Kapitalizm, kolektivizm ve devlet, bireysel özerklik açısından sorgulanır; birey, kendi çıkarlarını ve iradesini korumalıdır. Bireysel irade ve seçim, etik ve siyasi yaşamın temel ölçütüdür; zorunluluk ve baskı reddedilir. Sivil itaatsizlik, bireysel direniş, tüketim ve yaşam tarzı seçimleriyle otoriteye karşı durur. Kitaplar, makaleler, broşürler aracılığıyla bireysel özgürlüğün ve egonun önemini yayar. İsteyen bireylerin kendi iradesiyle kurduğu topluluklar veya sözleşmeler; zorunlu bağlılık yoktur. Liderlik ve merkezi otorite yerine yatay, gönüllü ve özerk yapılar tercih edilir. Bireyci Anarşizm, bireysel özgürlük ve özerkliği en yüksek değer olarak kabul eden bir yaklaşım sunar. Teorisi, devlet ve toplumsal zorlamaları eleştirirken, metodolojisi kişisel direniş, gönüllü birliktelik ve bilinçlendirme yoluyla toplumsal dönüşümü hedefler.
ANARŞİST SENDİKALİZM
Anarşist Sendikalizm, devrim ve toplumsal dönüşümün merkezi aktörünün işçi sınıfı olduğunu savunur. İşçiler, üretim araçlarını kolektif olarak kontrol etmeli; devlet ve kapitalist otorite reddedilmelidir. Sendikalar yalnızca ücret ve çalışma koşullarını iyileştiren araçlar değil, aynı zamanda kapitalist sisteme karşı devrimci örgütlenme merkezleridir. Sendikalar ve işçi konseyleri, federatif yapılar aracılığıyla birleşir ve merkezi otorite olmadan koordineli hareket eder. Kapitalizme karşı en etkili araç, işçilerin kendi inisiyatifiyle yürüttüğü grevler ve üretimi durdurma eylemleridir. Sendikal mücadele, yalnızca ekonomik kazanımlar değil, kapitalist özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına ve üretim araçlarının kolektif kontrolüne doğru bir adımdır. Devlet, işçi sınıfının çıkarlarını değil sermayenin çıkarlarını temsil eder; devrim, devletin ele geçirilmesi yerine özyönetim yoluyla gerçekleşmelidir. İşçilerin kendi deneyimleri ve örgütlenmeleri, devrimci stratejilerin temelini oluşturur. İşçiler, sendikalar ve işçi konseyleri aracılığıyla doğrudan üretimi ve toplumsal yaşamı kontrol eder. Kapitalist üretimi durdurmak, sermayeye karşı doğrudan bir baskı oluşturmak için grev ve genel grev yöntemleri kullanılır. İşçilerin bilinçlenmesi, kapitalist sistemin eleştirisi ve kolektif örgütlenme anlayışının yayılması için eğitim ve propaganda yapılır. Hiyerarşik yapı yerine yatay, gönüllü ve özerk organizasyonlar; merkezi otoriteye karşı federatif işbirliği yapılır. Anarşist Sendikalizm, işçi sınıfının doğrudan eylem ve sendikal örgütlenme aracılığıyla kapitalizme karşı mücadele etmesini savunur. Temeli işçi özneliği ve özyönetim iken, teorisi doğrudan eylem ve kolektivizm üzerine kuruludur. Metodolojisi ise sendikalar, işçi konseyleri, grevler ve federatif yapılar aracılığıyla pratiğe dökülür.
YEŞİL VE EKOLOJİK ANARŞİZM
Yeşil ve Ekolojik Anarşizm, merkezi otorite ve kapitalist üretimin doğal kaynakların sömürülmesine yol açtığını ve ekolojik dengeyi bozduğunu savunur. İnsan topluluklarının, merkezi devlet ya da büyük şirketler yerine yerel, gönüllü ve katılımcı biçimde organize olması gerektiğini öne sürer. Toplumsal ve ekonomik faaliyetlerin, doğayla uyumlu ve ekosistemi koruyan bir anlayışla yürütülmesi esastır. İnsanlar arasındaki ilişkiler kadar doğaya karşı sorumluluk da kolektif bir etik olarak ele alınır. Çevresel sorunların kökeninde yalnızca teknoloji veya tüketim değil, hiyerarşi ve otorite ilişkileri yatar. Ekolojik kriz, toplumsal eşitsizlik ve merkezi otoritenin bir ürünüdür. Toplumdaki hiyerarşi ne kadar güçlüyse, doğal kaynakların sömürülmesi de o kadar artar; bu nedenle eşitlikçi ve yatay örgütlenmeler zorunludur. Enerji, tarım ve ekonomik faaliyetler, yerel toplulukların katılımıyla planlanmalıdır. Kapitalist büyüme ve kâr maksimizasyonu doğayla uyumsuzdur; ekonomik sistemin dönüştürülmesi gerekir. Köyler, mahalleler veya şehir bölgeleri, yatay yapılarla özerk şekilde organize edilir; kararlar katılımcı demokrasi ile alınır. Ekolojik projeler, grevler, protestolar ve kampanyalarla çevreyi koruma mücadelesi yürütülür. Halkın ekolojik farkındalığı artırılır; sürdürülebilir yaşam biçimleri yaygınlaştırılır. Farklı topluluklar federatif ağlarla birbirine bağlıdır, merkezi hiyerarşi yerine gönüllü işbirliği esas alınır. Yeşil ve Ekolojik Anarşizm, ekolojik sürdürülebilirlik, hiyerarşi karşıtlığı ve topluluk temelli özyönetim ilkeleriyle klasik anarşist düşünceyi çevre sorunlarına uygular. Teorisi, sosyal ekoloji ve anti-kapitalist ekoloji çerçevesinde, metodolojisi ise doğrudan eylem, yerel demokrasi ve federatif ağlar yoluyla pratiğe dönüştürülür.
ANARKO-FEMİNİZM
Anarko-Feminizm, kadınların ezilmesinin toplumsal ve kültürel yapılar kadar devlet ve ekonomik sistemle de bağlantılı olduğunu savunur. Hem kadınların hem de tüm bireylerin özgürlüğü, merkezi otoriteye ve toplumsal baskılara bağımlı olmadan sağlanmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, sınıf ve diğer baskı biçimlerinin ortadan kaldırılmasıyla desteklenir. Kolektif örgütlenmeler yatay, gönüllü ve hiyerarşisiz olmalıdır. Kapitalizm ve patriyarka birbirini besler; kadınlar hem işyerinde hem evde ezilir. Ev içi bakım, duygusal emek ve görünmez işler kapitalist üretim sürecinin bir parçasıdır. Kadınların özgürlüğü, sadece yasal reformlarla değil, toplumsal ve kültürel normların dönüştürülmesiyle sağlanır. Devlet, patriyarka ve kapitalist yapıların birlikte yarattığı baskıyı analiz eder ve alternatif örgütlenme biçimlerini önerir. Kadın kooperatifleri, mahalle meclisleri, feminist kolektifler aracılığıyla mücadele yürütülür. Protestolar, kampanyalar, sivil itaatsizlik ve bilinçlendirme faaliyetleri yapılır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve patriyarka eleştirisi üzerine eğitim ve yaygınlaştırma çalışmaları yapılır. Karar alma süreçleri yatay, gönüllü katılıma dayalıdır; liderlik ve merkezi otorite reddedilir. Anarko-Feminizm, patriyarka ve otoriter devlet yapılarıyla mücadeleyi merkezine alır, kadınların ve bireylerin özgürlüğünü savunur. Teorisi, cinsiyet, sınıf ve kapitalizmin kesişimsel eleştirisine dayanırken, metodolojisi topluluk temelli örgütlenme, doğrudan eylem ve eğitim ile pratiğe dökülür.
ANARKO-KOMÜNAL VE OTONOM HAREKETLER
Anarko-Komünal ve Otonom Hareketler, merkezi otorite ve devletin baskıcı etkisini reddeder; topluluklar kendi kararlarını alır ve uygular. Üretim araçları topluluk tarafından ortak kullanılır; eşitlikçi paylaşım ve dayanışma esas alınır. Hiyerarşik yapılar yerine yatay, gönüllü ve katılımcı organizasyonlar geliştirilir. Ev, işyeri, mahalle gibi yaşam alanları da toplumsal ve politik mücadele alanı olarak görülür. Devrim, yukarıdan dikte edilen bir süreç değil, taban örgütlenmeleri ve topluluk inisiyatifi ile gerçekleşir. Kapitalist üretim ve devlet, toplumsal eşitsizlik ve baskının kaynağıdır; bu yapılar dönüştürülmelidir. Özerk topluluklar federatif yapılar aracılığıyla birbirine bağlanır; merkezi otorite yoktur. Hareketler, değişen koşullara hızlı adapte olabilen, dağıtık ve özerk yapılarla çalışır. Mahalle, köy veya işyeri düzeyinde özyönetim temelli karar alma ve üretim süreçleri vardır. İşgaller, protestolar, kolektif üretim ve alternatif ekonomi projeleri yapılır. Farklı topluluklar federasyon veya ağ yapılarıyla birbirine bağlıdır; merkezi liderlik yoktur. Özerk yaşam, yatay örgütlenme ve dayanışma kültürü halk içinde yaygınlaştırılır. Anarko-Komünal ve Otonom Hareketler, devlet ve merkezi otorite karşıtlığı, topluluk temelli kolektif mülkiyet ve özyönetim ilkeleriyle öne çıkar. Teorisi, tabandan devrim, federatif ağlar ve kapitalizm-devlet eleştirisi üzerine kuruludur; metodolojisi ise yerel komünler, doğrudan eylem ve ağ temelli koordinasyon yoluyla pratiğe aktarılır.
DERİN EKOLOJİ HAREKETİ
Derin Ekoloji Hareketi, insan merkezli düşünce yerine, doğadaki tüm canlıların ve ekosistemlerin kendi değeri olduğunu kabul eder. İnsan faaliyetlerinin ekolojik dengeyi bozması, etik ve toplumsal bir sorun olarak görülür. Yüzeysel çevre önlemleri yerine, yaşam biçimlerinde, ekonomik ve toplumsal yapılarda köklü değişim gerekir. İnsanların hem bireysel hem topluluk düzeyinde doğayla uyumlu davranması önemlidir. İnsan, doğanın merkezi değil, ekosistemin bir parçasıdır; diğer türlerin hakları gözetilmelidir. Çevresel krizler yalnızca bilimsel değil, etik ve felsefi bir sorundur; doğaya saygı, sosyal değerlerle birlikte ele alınmalıdır. Kapitalist üretim, aşırı tüketim ve teknolojik büyüme odaklı ekonomi, ekolojik tahribatın temel sebepleridir. İnsan, doğa ve toplum ilişkileri birbirinden ayrılamaz; bütüncül bir bakış açısı benimsenir. İnsanların ekolojik farkındalığını artırmak için eğitim, seminerler, kitaplar ve medya kullanılır. Minimalizm, permakültür, ekolojik tarım gibi doğayla uyumlu yaşam tarzları benimsenir. Protestolar, ekolojik kampanyalar ve doğa koruma girişimleri ile ekosistemi savunur. Yalnızca bireysel değil, toplumsal, ekonomik ve politik yapıların da ekolojik değerlerle uyumlu hâle getirilmesi hedeflenir. Derin Ekoloji Hareketi, insan merkezcilik karşıtlığı, tüm canlıların değeri, ekolojik bütünlük ve sürdürülebilir yaşam üzerine kuruludur. Teorisi, kapitalizm ve modern yaşamın ekolojik krizlerle ilişkisini felsefi ve etik bir bakışla ele alır; metodolojisi ise bilinçlendirme, bireysel ve topluluk eylemleri, alternatif yaşam biçimleri ve sistem dönüşümü yoluyla pratiğe aktarılır.
EKOLOJİK / YEŞİL DEVRİMCİLER
Ekolojik / Yeşil Devrimciler, insan faaliyetlerinin ekosistemi bozmaması ve doğal kaynakların korunmasını temel amaç olarak görür. Çevresel sorunlar ile sosyal eşitsizlikler birbirine bağlıdır; toplumsal adalet, ekolojik dönüşümün ayrılmaz parçasıdır. Merkezi otorite ve kapitalist üretim, çevresel yıkımın ana nedenleridir; toplumsal ve ekonomik yapıların dönüştürülmesi gerekir. Yerel, gönüllü ve yatay örgütlenmelerle toplulukların kendi çevresel kararlarını alması savunulur. Kapitalizmin ekolojik yıkıcılığı ile sınıf eşitsizliği arasındaki ilişkiyi analiz eder ve sürdürülebilir, eşitlikçi bir toplum önerir. Hiyerarşi karşıtlığı ve özyönetim ilkeleriyle doğa ile uyumlu toplulukların kurulmasını savunur. İnsan merkezli yaklaşımı reddeder; tüm canlıların ve ekosistemin kendi değerine sahip olduğunu savunur. Kapitalist üretim ve tüketim odaklı yaşam biçimleri, merkezi devlet yapıları ve teknolojik büyüme eksenindeki politikalar eleştirilir. Mahalle, köy veya şehir ölçeğinde özyönetim ve katılımcı karar alma süreçleri uygulanır. Protestolar, kampanyalar, grevler ve çevresel projeler aracılığıyla etkili değişim sağlanır. Halkın ekolojik farkındalığı artırılır, sürdürülebilir yaşam biçimleri teşvik edilir. Farklı topluluklar federatif ağlar aracılığıyla birbirine bağlıdır; merkezi liderlik yerine yatay koordinasyon benimsenir. Ekolojik / Yeşil Devrimciler, ekolojik sürdürülebilirlik, toplumsal eşitlik ve topluluk temelli özyönetim ekseninde hareket eder. Teorisi, kapitalizm-devlet eleştirisi, derin ekoloji ve ekososyalizm çerçevesinde şekillenir; metodolojisi ise yerel özyönetim, doğrudan eylem, eğitim ve federatif ağlar yoluyla pratiğe aktarılır.
TOPLULUK VE SOSYAL ADALET AKTİVİSTLERİ
Topluluk ve Sosyal Adalet Aktivistleri, ırk, sınıf, cinsiyet, etnisite, engellilik, cinsel yönelim gibi farklı baskı biçimlerinin ortadan kaldırılmasını savunur. Toplumdaki dezavantajlı grupların güçlendirilmesi ve temsil hakkının sağlanmasını ister. Farklı toplumsal gruplar arasında dayanışma ile toplumsal dönüşümü sağlamaya çalışır. Kapitalist, devletçi ve patriyarkal yapıların eşitsizlikleri sürdürdüğü ve dönüştürülmesi gerektiği savunulur. Toplumsal eşitsizlikler birbirine bağlıdır; mücadele tüm baskı biçimlerini kapsamalıdır. Sosyal, ekonomik ve politik yapıların eşitsizlik üreten mekanizmaları analiz edilir. Reformist yaklaşımların yetersiz olduğu durumlarda radikal toplumsal ve kültürel dönüşüm savunulur. Marjinal bireylerin ve toplulukların kendi haklarını savunabilecek kapasiteye ulaşması esas alınır. Mahalle, kent, okul veya işyeri temelli kolektifler aracılığıyla tabandan örgütlenme yapılır. Protestolar, kampanyalar, sivil itaatsizlik, grevler ve hukuki mücadeleler verilir. Toplumun bilinçlendirilmesi, haklar ve eşitlik konularında eğitim programları düzenlenir. Farklı topluluklar ve aktivist gruplar federatif yapılarla birbirine bağlıdır; merkezi otorite yerine yatay koordinasyon vardır. Topluluk ve Sosyal Adalet Aktivistleri, toplumsal eşitlik, marjinal grupların hakları ve yapısal adalet temelinde hareket eder. Teorisi, kesişimsel eşitsizlik analizi ve yapısal eleştiri üzerine kuruludur; metodolojisi ise topluluk temelli örgütlenme, doğrudan eylem ve eğitim yoluyla pratiğe aktarılır.
DİJİTAL / MODERN ÖZGÜRLÜK DEVRİMCİLERİ
Dijital / Modern Özgürlük Devrimcileri, bilgiye serbest erişim ve dijital hakların korunmasını, sansüre karşı mücadeleyi savunur. Devlet ve büyük şirketlerin şeffaflık ilkesine uyması, yolsuzluk ve bilgi tekellerinin denetlenmesi amaçlanır. Bireylerin verileri, çevrimiçi kimliği ve dijital yaşamı üzerinde tam kontrol sahibi olması istenir. Merkezi otorite, gözetim ve dijital tekellerin güçlenmesine karşı eleştirel yaklaşım vardır. İnternet ve teknoloji, doğrudan demokrasi, katılımcı karar alma ve topluluk örgütlenmesi için araçtır. Bilginin tekelleşmesi, gözetim sistemleri ve veri sömürüsü, modern baskının temel mekanizmalarıdır. Merkezi yapılar yerine dağıtık, ağ tabanlı ve özerk örgütlenme biçimleri savunulur. Teknoloji yalnızca araç değil, toplumsal değişimin ve özgürlüğün katalizörü olarak görülür. Hacktivism, çevrimiçi protestolar, bilgi paylaşımı ve dijital kampanyalar düzenlenir. Yazılım, eğitim materyalleri ve verilerin paylaşımıyla güçlendirilmiş katılımcı ağlar kurulur. Dijital araçlar aracılığıyla toplumsal ve politik mesajların yayılması, gözetim ve sansüre karşı savunma sağlanır. Merkezi otorite yerine özerk, gönüllü ve yatay yapılarla organize olma; veri ve bilgi ağlarının demokratik kullanımı söz konusudur. Dijital / Modern Özgürlük Devrimcileri, dijital haklar, bireysel özerklik ve şeffaflık ilkeleriyle hareket eder. Teorisi, bilgi tekeli, gözetim ve merkezi otorite eleştirisi üzerine kuruludur; metodolojisi ise siber aktivizm, açık kaynak ve ağ temelli doğrudan eylem yoluyla pratiğe aktarılır.

 
 
 
