Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

DİJİTAL CEPHE

Dijital çağda insanlık, tarihin en kapsamlı gözetim, denetim ve sömürü mekanizmasının içine çekilmiştir. Sosyal medya platformları, kullanıcıların her hareketini, tıkladığı her bağlantıyı, beğendiği her görseli, açtığı her sayfayı titizlikle izlemekte, istatistiksel profiller oluşturarak bireylerin ilgi ve davranışlarını sürekli güncellemektedir. Kullanıcılar, karşılarına çıkan içerikleri silseler bile, platformlar anında alternatif içerikler sunmakta, böylece kullanıcıların davranışları ve tepkileri sürekli kaydedilmekte ve profilleri daha da detaylandırılmaktadır. Bu veriler, reklam şirketlerine ve özel kuruluşlara satılarak devasa kârlar elde edilmektedir. Platformlar, kullanıcı sayısını artırmak ve kullanıcı profillerini daha ayrıntılı hale getirmek için her türlü yolu denemekte, böylece reklam verenlerin ve veri talep edenlerin ilgisini sürekli canlı tutmaktadır. Bu süreçte, kullanıcıların özel yaşam sınırları ihlal edilmekte, ücretsiz hizmet adı altında kullanıcılar farkında olmadan sömürülmektedir. Kullanıcılar, herhangi bir ücret almadan, platformlar için değer ve artı değer üretmektedir.

Dijital medya, yazılım ve donanımın, siber uzayın ve medya çalışanlarının oluşturduğu, algoritmik bir sistem ve kolektif bir çalışma mekanizmasıdır. Bu sistemde, kullanıcı faaliyetleri doğrudan değer üretimine dönüşmektedir. Kullanıcıların ürettiği bilgiler ve profil istatistikleri, medya platformları tarafından reklam şirketlerine satılmakta, böylece kullanıcı emeği üzerinden devasa kârlar elde edilmektedir. Kullanıcılar, faaliyetleri karşılığında hiçbir ücret almadıkları için sonsuz derecede sömürülmektedir. Dijital medya, kapitalist sistemin en gelişmiş sömürü mekanizmasıdır.

Sosyal medya, iki boyutlu bir yapıya sahiptir. Bir yandan, insanlar arası etkileşimi ve empatiyi artırırken, öte yandan yabancılaşma ve sömürüyü derinleştirmektedir. Merkeziyetçi sosyal ağlarda, kullanıcıların oluşturduğu büyük veri, şirketlerin ve devletlerin bireyler üzerindeki otoritesini artırmakta, bireylerin özgürlüğünü ve özerkliğini tehdit etmektedir. Ademi merkeziyetçi platformlarda ise sömürü ve yabancılaşma azalmakta, daha özgür ve dayanışmacı bir ortam oluşmaktadır. Ancak, mevcut durumda merkeziyetçi platformlar egemenliğini sürdürmekte, kullanıcıların emeği ve verisi üzerinden sermaye birikimi hızla devam etmektedir.

Medya, kapitalist sistemin ideolojik aygıtı olarak işlev görmektedir. Medya, egemen sınıfın ideolojisini yaymak, toplumu şekillendirmek ve mevcut düzeni meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. İdeoloji, toplumsal eşitsizlikleri gizleyen, egemen sınıfın çıkarlarını toplumun çıkarı gibi gösteren bir inançlar ve değerler bütünüdür. Medya, bu ideolojiyi haberler, eğlence, reklamlar ve diğer içerikler aracılığıyla sürekli yeniden üretmektedir. Egemen sınıf, medya sahipliğini elinde tutarak bilgi akışını kontrol etmekte, alternatif bakış açılarını sınırlamakta ve kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir. Medya, bireycilik, tüketimcilik ve rekabet gibi kapitalist değerleri yücelterek, işçi sınıfının eleştirel bilinç geliştirmesini engellemektedir.

Kültürel hegemonya, egemen sınıfın sadece ekonomik ve siyasal güçle değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel araçlarla da hâkimiyetini sürdürmesidir. Medya, eğitim, din, sanat ve popüler kültür gibi kurumlar aracılığıyla egemen sınıfın fikirleri topluma benimsetilmekte, halkın rızası kazanılmaktadır. Bu süreçte, egemen sınıfın çıkarları toplumun ortak çıkarı gibi gösterilmekte, insanlar farkına varmadan mevcut düzeni kabul etmektedir. Hegemonya, sürekli yeniden üretilmesi gereken bir olgudur; egemen sınıf, ideolojik aygıtlar aracılığıyla toplumu sürekli kontrol altında tutmaktadır.

Dijital kapitalizm, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve siyasi krizler yaratmaktadır. Dijitalleşme, eski krizlere yeni boyutlar eklerken, sosyal medya platformları toplumsal hareketler için örgütlenme alanları oluşturmakta, ancak aynı zamanda kapitalist denetim ve sömürü mekanizmalarının da merkezine dönüşmektedir. İçerik üreticilerinden platform işçilerine kadar herkes, dev teknoloji şirketlerinin denetimi altında çalışmakta, veriler sermaye için değer üretmeye devam etmektedir. Dijital kapitalizme karşı mücadele, alternatif dijital ağlar, kooperatif platformlar ve veri egemenliği hareketleriyle yürütülmelidir. Dijital alan, sadece bir denetim ve sömürü mekanizması değil, aynı zamanda dayanışma ve özgürleşme sahası haline getirilmelidir.

Dijitalleşme, başlangıçta özgürlük ve kolaylık vaat etmiş olsa da, kapitalizmin en derin ve görünmeyen yüzünü ortaya koyarak emek sömürüsünü daha önce hiç görülmemiş biçimlerde güçlendirmiştir. Dijital kapitalizm, bireylerin yaşamlarını sürekli izleyen ve kontrol eden bir yapıya dönüşerek toplumsal yapıyı köklü bir şekilde değiştirmiştir. Dijitalleşme, işçi sınıfının üretkenliğini farklı şekillerde sömürülmesine olanak tanımış, dijital içerik üreticileri, yazılım geliştiriciler ve veri analistleri gibi meslek grupları esnek sömürü biçimlerine maruz kalmıştır. Dijitalleşmeyle birlikte işçiler artık fiziksel olarak fabrikalarda değil, dijital platformlar üzerinde sömürülmektedir. Ancak bu sömürü biçimi değişen üretim şekline rağmen temelde aynı kalmaktadır.

Dijital üretim biçimlerinin yaygınlaşması, kapitalist sömürü sisteminin özünde değişiklik yaratmamıştır. Sanayi kapitalizminde artı değer, işçinin ürettiği fiziksel ürünlerden elde edilirken, dijital kapitalizmde ise artı değer dijital ürünler ve hizmetler üzerinden elde edilmektedir. Dijital ürünlerin üretimi, fiziksel emek yerine kafa emeğinin ağırlık kazandığı bir süreç haline gelmiştir. Bu durum, emeğin soyutlanmasına ve metalaşmasına neden olmuş, dijital işçiler, bilgi, veri ve içerik üreterek aynı sürece katkıda bulunmuşlardır. Dijital içerik üreticileri, ürettikleri ürünlerin değerinin büyük kısmını platformlara bırakmakta, emeğin karşılığını tam anlamıyla alamamaktadırlar.

Medya, egemen sınıfın nüfuzunu kullandığı temel araçlardan biridir. Medya, kamu algısını şekillendiren, egemen ideolojileri pekiştiren ve kitle bilincini kapitalist çıkarlar doğrultusunda yönlendiren ideolojik bir aygıttır. Medya sahipliğinin yoğunlaşması, içeriğin homojenleşmesine ve kamuoyunun erişebildiği bakış açısı çeşitliliğinin azalmasına yol açmaktadır. Medya kuruluşları, kâr güdüsüyle hareket ederek, geniş kitleleri çekmesi muhtemel içeriklere ve dolayısıyla reklam gelirlerine öncelik vermektedir. Bu ticari zorunluluk, izleyicileri daha kritik toplumsal ve politik konulardan uzaklaştıran sansasyonel, eğlence odaklı içeriklerle sonuçlanmaktadır. Medya, seçici habercilik, çerçeveleme ve belirli konulara vurgu yoluyla kamuoyunu kapitalist çıkarlarla uyumlu şekillerde şekillendirmektedir.

Medya, ideolojiyi şekillendirmenin yanı sıra, tüketim kültürünün yaygınlaştırılmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Kapitalist toplumlarda tüketim, kimlik oluşumunun ve sosyal statünün temel bir unsurudur. Medya kuruluşları, özellikle reklamlar aracılığıyla tüketimi mutluluk ve doyuma giden bir yol olarak teşvik eden ürün, hizmet ve yaşam tarzlarını sürekli olarak tanıtmaktadır. Hegemonya, egemen sınıfın dünya görüşünü ve onu temsil eden toplumsal ve ekonomik yapıları, yalnızca egemen sınıfın çıkarına olsa bile, adil, meşru ve herkesin yararına tasarlanmış olarak çerçevelemektedir. Bu tür bir güç, askeri diktatörlükteki gibi zorla yönetimden farklıdır, çünkü egemen sınıfın ideoloji ve kültürün "barışçıl" araçlarını kullanarak otorite kullanmasına olanak tanır.

Kitle iletişim araçları, teknolojik gelişimin tabii sonucu olarak ulusal sınırları ortadan kaldırmış, ülkeleri birbirleriyle daha fazla etkileşim içerisine sokmuştur. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması ile kültür de üretilen ve pazarlanan bir meta halini almıştır. Batılı yaşam tarzının, değerlerinin ve tüketim kültürünün toplamını gösteren küresel kültür, medyalar yoluyla kendisini ve imgelerini dünyanın tüketimine sunmaktadır. Medya yoluyla sağlanan hegemonya, zora değil, rızaya dayanan bir çerçevede gelişmektedir.

Medya, burjuvazinin sınıf egemenliğini sürdürmesinin en önemli araçlarından biridir. Medya ve devlet arasındaki ilişki, burjuvazinin emrinde ve işbirliği içinde, onun sınıf egemenliğinin sürmesine hizmet etmektedir. Medya sektöründe çalışanların durumu ise, diğer sektörlerde çalışanların durumuna koşut olarak, tam anlamıyla içler acısıdır. Sendikal örgütlenmeler zayıftır, iş koşulları kötüleşmektedir. Medya, bir yandan sermayenin ciddi kârlar elde ettiği bir sanayi kolu iken, diğer yandan da burjuva sınıfın ideolojik hegemonyasını kurmasının ve sürdürmesinin bir aracıdır.

Üretim araçlarına ve şiddet araçları tekeline sahip olmak burjuvazinin düzenini sürdürmesine yetmez, burjuvazi topluma kendi doğrularını ve gerçeklerini, yani ideolojisini benimsetmek, kabul ettirmek zorundadır. Medya, kitleyi oluşturan birey veya grupların birbirleriyle olan iletişimleri değil, kitle iletişim aracına sahip olan kapitalistin ve tabii onun şahsında tüm kapitalist sınıfın, kitleye istediği mesajı vermesidir. Toplumu oluşturan büyük çoğunluğa mensup olanların kendi mesajlarını medya yoluyla topluma iletmesinin önü ise çeşitli yöntemlerle, fiilen ya da yasal olarak kesilmektedir. Medya kuruluşlarının yayın kurulları bir otosansür kurumu gibi çalışmakta, devletin sansür ve denetleme kurullarıyla toplum, içinde yaşadığı gerçekliğin bilgisinden mahrum bırakılmaktadır.

Medya, burjuva ideolojisine uygun haberlerin, programların ve düşüncelerin yayınlanmasını, diğerlerinin ise sansür edilmesini sağlamaktadır. Tarafsızlık söylemi, burjuva siyasetinin haricindeki siyasetlerin dışarıda tutulması için kullanılan bir filtredir. Medya grupları, yakın oldukları siyasi kanadı tutmakta ve yayın politikalarını bu kanadın politik tercihlerine göre şekillendirmektedir. Bu ölçüde politize olmuş, tarafgir bir medyanın tarafsızlıktan bahsetmesi bile aslında hangi tarafta yer aldığının bir kanıtıdır.

Sosyal medya, internetin ilk dönemindeki tek yönlü bilgi paylaşımının ötesine geçerek, çift yönlü bilgi paylaşımına olanak tanımaktadır. İnsanlar ve gruplar, kendi ürettikleri içerikleri başka insan veya gruplarla paylaşabilmekte, kendi medyalarını oluşturabilmektedirler. Üretilen içerikler, geleneksel medya araçlarına nazaran çok daha serbest bir şekilde dolaşıma sokulabilmekte ve azımsanamayacak sayıda insana kolaylıkla ulaştırılabilmektedir. Ancak, bu özgürlük görüntüsünün ardında, kullanıcıların ürettiği içerik ve veriler üzerinden devasa bir sömürü ve denetim mekanizması işlemektedir.

Kapitalist barbarlığın ve neoliberal politikaların kirli eli, toplumculuğa ve kolektivizme yer bırakmamaktadır. Manipülasyon, kapitalist özel mülkiyet düzeninin korunması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi için bireyselliğin yüceltilmesiyle başlar. Medya, topluma burjuvazinin çıkarlarını, istenilen zamanda ve biçimde, topluma ulaştırmak için kullanılmaktadır. Reklâmlar yoluyla elde edilen muazzam gelirler, televizyon ve eğlence programlarının satılması, hepsi de bu amaca uyumlu biçimde yapılmakta ve mesajın verilmesinde kullanılan araçlardır.

Medya, topluma “doğru ve tarafsız” haber vermek yerine, bilgileri ve olayları şirket ve devlet politikalarının süzgecinden geçirerek ve yorumlayarak haber üretmektedir. Bilgi, gizlenmekte, eksik verilmekte, çarpıtılmakta, seçilerek verilmekte ve yorumlanmaktadır. Böylece toplum, içinde yaşadığı gerçekliğin bilgisinden mahrum bırakılarak ona sunulan 'gerçekliği' kabul etmek zorunda kalmaktadır.

Dijitalleşme, kapitalist sömürü sisteminin özünde değişiklik yaratmamıştır. Üretim araçlarının kontrolü bir azınlığın elinde olduğu sürece, işçi sınıfı sömürülmeye devam edecektir. Dijitalleşme, üretim şekillerini dönüştürmüş olsa da, bu dönüşüm işçi sınıfının sermayeye karşı mücadele yürütmesini engellememiştir. Medya, egemen sınıfın değerlerini aktaran bir araç olarak, işçi sınıfının bilincinin gelişmesini engellemekte, toplumsal devrimlerin önünde en büyük engel olarak durmaktadır.

Dijital kapitalizmin yarattığı krizler ve yeni sömürü biçimlerinin karşısında, devrimci mücadele ve kolektif dayanışma her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır. Dijital üretim araçlarının kamusallaştırılması, kolektif mülkiyetin temel alındığı sosyalist bir alternatifin inşası, dijital kapitalizmin etkilerini yok etmek için zorunludur. Toplumsal dayanışma ve kolektif bilinç, dijital çağın yeni devrimci dalgasını inşa etmenin temel taşları olacaktır. Kapitalizmin soğuramadığı tek şey, örgütlü, kolektif, süreklilik taşıyan direniştir. Bu da yalnızca paylaşan değil örgütleyen, yalnızca gören değil müdahale eden, yalnızca hissetmeyen, kolektif olarak değiştiren bir öznelik biçimiyle mümkündür. Bugün bize düşen, hakikat ile imge arasındaki mesafeyi kapatmak, dijital kapitalizmin tahakkümüne karşı yeni bir toplumsal düzeni inşa etmektir.

Dijitalleşme ve sibernetik teknolojiler, yalnızca üretim biçimlerini değil, toplumsal yapının temelini oluşturan emek olgusunu da yeniden biçimlendirmektedir. Ancak bu dönüşüm, neoliberal bir çerçevede yaşandığı sürece, teknolojinin kazananı sermaye olurken kaybedeni her zamanki gibi işçi sınıfı olmaktadır. Artan işsizlik, güvencesizlik ve sendikasızlık, emeğin görünmez bir hale bürünmesine ve yalnızlaşmasına yol açmaktadır. Dijital ekonomi ve dijital iş kavramları, çağdaş kapitalizmin küreselleşme, esnek üretim ve emeğin ulusal sınırların ötesine taşınması gibi özelliklerini bir araya getirmektedir. Dijital emek, küresel Kuzeyde yükselen işsizlik ile küresel Güneydeki aşırı sömürü arasında bağlantı kurabilecek bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.

Yapay zekâ ve algoritmalar, bilgi akışını ve dijital deneyimi yönetmekte, kullanıcı davranışlarını izleyerek kişiye özel içerik sunmakta, ancak aynı zamanda bilgi akışını da kontrol etmektedir. Chatbotlar, kullanıcılarla doğal dilde etkileşime girerek sürekli veri toplamakta, bu veriler daha sofistike yapay zekâ modellerinin geliştirilmesinde kullanılmaktadır. Bu süreçte, veri egemenliği ve dijital haklar gibi konular öne çıkmakta, kullanıcıların kendi verileri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olması ve şeffaflık talep etmesi gerekmektedir.

Dijital ekonomide ekonomik değerin temel kaynağı, üretilen veri ve bilgilerdir. Her etkileşim, her tıklama, her paylaşım, büyük teknoloji şirketleri tarafından toplanmakta, işlenmekte ve kâr amacıyla kullanılmaktadır. Bu veriler, kullanıcı profilleri oluşturmak, hedefli reklamlar sunmak ve tüketici davranışlarını öngörmek için kullanılmaktadır. Böylece, kullanıcıların katkılarıyla üretilen malumat fazlası, tekrar kullanıcılara hizmet olarak sunulmakta, ancak bu süreçte iktidar ilişkileri yeniden üretilmekte ve derinleşmektedir.

Dijitalleşme, bilgi bolluğu ve doğruluğunun sorgulanabilir hale geldiği bir hakikat sonrası dönemi de beraberinde getirmiştir. Bilgi ve içerik bolluğu, kullanıcılar üzerinde duygusal ve psikolojik etki yaratmakta, sansasyonel ve duygusal içerikler öne çıkarılmakta, bilgi kirliliği ve manipülasyon artmaktadır. Sahte haberler ve yanlış bilgi yayılımı, demokratik süreçleri ve toplumsal bütünlüğü tehdit etmektedir. Bu sorunla başa çıkmak için, yapay zekâ ve chatbot teknolojilerinin bilgi doğrulama ve filtreleme konusunda kullanılması mümkündür, ancak bu da sansür ve ifade özgürlüğü gibi hassas konuları gündeme getirmektedir.

Dijital alanın sürekli uyarılmış hali, bireylerde politik tükenmişlik yaratmakta, mücadele motivasyonunu değil, duygusal kaçışı üretmektedir. Böylece insanlar çok şey bilmekte, ancak çok az şey yapmaktadır. Bu tükenmişlik kolektif olanı değil, kişisel olanı beslemekte, devrimci mücadele ise dayanışmanın sürekliliğine dayanmaktadır. Dayanışma, ancak örgütlü yapılar içinde gerçeklik kazanmaktadır. Kapitalizmin soğuramadığı tek şey, örgütlü, kolektif, süreklilik taşıyan direniştir. Bu da yalnızca paylaşan değil örgütleyen, yalnızca gören değil müdahale eden, yalnızca hissetmeyen, kolektif olarak değiştiren bir öznelik biçimiyle mümkündür.