Toplumun üretim biçimlerinin maddi koşulları, onun siyasal, dinsel, ideolojik ve tüm toplumsal yaşam biçimlerini belirler. Üretici güçler ile üretim ilişkilerinin birleşimi, toplumun örgütlenişini ve gelişimini temelde şekillendirir. İdeoloji kavramı da bu bağlamda insanların üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki çatışmanın bilincine vardıkları ve bu çatışmayı sonuna kadar götürdükleri biçimlerle ilişkilidir. İnsanlar burada toplumsal çelişkilerin farkına varır ve bilinçli bir mücadeleye girerler. Ancak her ideolojik sürecin gerçek nedeni maddi ve ekonomik koşulların ardında gizlidir. İdeolojinin bağımsız bir tarihi yoktur, süreçler ancak ekonomi aracılığıyla açıklanabilir. Üretici güçlere egemen olan sınıf rakibine karşı zafer kazandığında, yani mülkiyet ilişkileri değiştiğinde, eski mülkiyet biçimi yıkılır ve toplumun yüzü köklü biçimde değişir.
Toplumsal bütünlük, altyapı ve üstyapı ilişkisiyle anlaşılır. Altyapı, yani ekonomi, bu bütünlüğün özünü oluştururken; üstyapı, yani hukuk, siyaset, din, ahlak, ideoloji gibi kurumlar onun görünüş biçimleridir. Üstyapı, ekonomik yapının bir yansımasıdır. Devlet, yasalar, medya gibi kurumlar bu ideolojik üstyapının parçalarıdır. Ekonomik yapıdaki değişiklikler tüm bu üstyapıyı sarsar, çünkü siyaset, din, değer sistemleri ve ideoloji, ekonomik temel üzerine kuruludur. Bu nedenle ekonomik temel değiştiğinde toplumun tüm yüzü de değişir. İnsan zekâsının tarihi, aslında maddi koşulların ve üretim ilişkilerinin tarihsel yansımalarından ibarettir. İdeoloji, bireye dışsal toplumsal nesnelliğin bireyin zihniyle kurduğu ilişki çerçevesinde anlaşılır ve birey de bu toplumsal-tarihsel sürecin verili koşullarının bir parçasıdır.
Egemen sınıfın görüşleri ideolojik üstyapının temelini oluşturur ve bu yapı esnek olamaz. Ekonomik temel sürekli değişip gelişirken, üstyapıdaki bu esneklik eksikliği toplumsal gerilimin artmasına yol açar. Gerilimler büyüdükçe siyasal karışıklıklar doğar ve sonunda ekonomik temel ile uyumsuz hale gelen ideolojik düzen çöker. Ekonomik yasalar siyasetten önce gelir ve siyasetin hareket edeceği çerçeveyi belirler. Davranış kuralları ya da soyut inançlara dayalı düzenler, ekonomik alanda işlemeyecekleri için sonunda çökmeye mahkûmdur. Burjuva devleti de ordu, okul, ibadethane, aile ve medya gibi aygıtlar aracılığıyla üstyapıda bir üstünlük kurarak altyapıda gerçekleşen değişime direnmeye çalışır. Egemen sınıf, karşıtlarını ideolojik olmakla suçlayarak kendisini ideolojiler üstü bir konumda göstermeye çalışır. Böylece kendi görüşlerini nesnel, karşıtlarını ise rasyonellikten uzak gösterir. Bu nedenle ideoloji kavramı genellikle olumsuz bir çağrışımla kullanılmaktadır.
Marksist bakış açısından ideoloji, herkesin iyiliği içinmiş gibi sunulan baskın inançların ve uygulamaların aslında egemen sınıfın çıkarlarını yansıttığını ve bu çıkarları pekiştirdiğini gösterir. İdeolojik mücadele de bu yüzden kaçınılmazdır. Çünkü bu mücadele yalnızca düşünceler düzeyinde değil, ideolojiyi somut olarak var eden kurumlara karşı verilen maddi bir mücadele olarak kavranmalıdır. Sosyalistler ve komünistler, burjuva ideolojisine karşı kendi aygıtlarını yaratarak bugünden sosyalizmin özünü kurmak zorundadır.
İdeolojinin kökeni işbölümüne dayanır. İnsanlık tarihinde dört temel moment vardır. İlki, yaşamı sürdürebilmek için yiyecek, barınma ve diğer gereksinimleri karşılayacak araçların üretimidir. Bu, tüm diğer faaliyetlerin önkoşuludur. İkinci moment, bu üretim araçlarının yeni gereksinmeler doğurmasıdır. Üçüncü moment, insanların kendi yaşamlarını yeniden üretmesi, yani aile biçiminin ortaya çıkışıdır. Aile başlangıçta tek toplumsal ilişki iken zamanla hem doğal bir ilişki hem de toplumsal bir işbirliği biçimi haline gelmiştir. Ancak aynı zamanda özel mülkiyetin ve eşitsiz bölüşümün ilk biçimidir; kadın ve çocukların erkek karşısında köleleştirilmesi de bu çerçevede ortaya çıkmıştır. Dördüncü moment, toplumsal ilişkiler sonucu ortaya çıkan bilinçtir. Bilinç, tıpkı dil gibi toplumsal bir üründür ve insan var oldukça toplumsal niteliğini korur. Bu tarihsel momentlerin sonucunda genel çıkar ile özel çıkar arasındaki bölünme doğmuş ve bu bölünmenin kurumsal ifadesi devlet olmuştur. Devlet de başlı başına ideolojinin işlediği bir kurum olarak karşımıza çıkar.
Sonuç olarak ideoloji, insan zekâsının özgür ve bağımsız ürünü değil, toplumsal ve ekonomik koşulların kaçınılmaz yansımasıdır. Kapitalist üretim ilişkileri içindeki çelişkiler derinleştikçe işçi sınıfının bilinci gelişecek, burjuva ideolojik düzen çözülecek ve kapitalizm tarih sahnesini sosyalizme bırakacaktır.