Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

MARKSİZM VE AHLAK

Ahlakın ilahi bir kaynağı olduğu, insana dışarıdan dayatıldığı ya da tamamen rasyonel bir temele dayandığı doğru değildir.

İnsanın doğal olarak şiddet yanlısı, bencil, rekabetçi, açgözlü ya da yabancı düşmanı olmadığı, toplumların hiyerarşik olarak örgütlenmesi ya da kadınların erkeklerden düşük statüye sahip olmasının doğal olmadığı ve kapitalizmin, yandaşlarının iddia ettiği gibi insan doğasını yansıttığı için var olmadığı kanıtlara dayanır. Örneğin küresel arkeolojik kayıtlar, savaşın her zaman insan varoluşunun bir parçası olduğunu çürütüyor; aksine, büyük ölçüde son 10.000 yılda geliştiğini gösteriyor. Son 10.000 yıldır toplum birbirine düşman sınıflara bölündü ve bu, ahlakın genel bir insan özgürleşmesi teorisi olarak değil, her sınıfın kendi çıkarlarını karşılamaya çalıştığı bir kurallar dizisi olduğunu gösteriyor. Ahlak tarihseldir, dolayısıyla değişkendir. İçeriği ve kapsamı, hangi eylemin ahlaki olduğu ve hangisinin ahlak sınırları dışında kaldığı, tarihsel ve toplumsal olarak üretilir, yani üretim biçimi tarafından belirlenir. Ve o üretim ilişkilerinin devamlılığını sağlamaya çalışan bir içerikle donatılır. Bu açıdan ahlak aynı zamanda yanlış bilinç olarak ideolojinin bir türüdür. Bu nedenle burjuva ahlakın sınıflı toplumların sona ermesiyle birlikte ortadan kalkacağı bilimsel bir analize dayanır. Ahlak, insanın ürettiği diğer tüm sistem ve düşünceler gibi insanın içinde yer aldığı ekonomik düzenlemelerle koşullanır. Eğer ahlakın kaynağında değişen maddi koşullar ve ekonomik düzenlemeler var ise, küresel ahlaktan, mutlak değer ve ilkelerden, ezeli-ebedi ahlak sistemlerinden söz edemeyiz. İnsanın ahlaki bilinç ve iradeleri dâhil tüm toplumsal-kültürel yapı, egemen ekonomik yapı ve sınıfsal ilişkilerle şekillenir, insanların maddi yaşam koşulları değişmeden gerçek bir özgürleşme gerçekleşemez. Maddi-ekonomik koşul ve ilişkiler bağlamında özgür olamayan insanın ahlaki olarak yargılanması, var olan sınıfsal ilişkilerden bağımsız küresel bir ahlak ve iyilik düşüncesi, idealist ve ideolojiktir. Yani doğal bir adaletten söz etmek saçmadır, dolayısıyla burjuva adalet düşüncesinin burjuva üretim tarzına uygun düştüğü yerde ahlaktan söz edemeyiz. Kapitalizmi adalet ilkesinden hareketle eleştirmek ve aşmaya çalışmak mümkün değil, çünkü zaten söz konusu adalet anlayışı kapitalist üretim tazı tarafından belirlenmiştir. Toplumsal algının kapitalizmin sınırlarına hapsolduğu günümüzde, marksizm adına küresel ahlaktan bahsetmek mümkün değildir. Küresel ahlak iddiasıyla yola çıkarsak, egemen sınıfların kendi çıkarına olmayan araçları ahlaksızlıkla suçlamasıyla şekillenen ahlak normlarınız devrimci mücadelenin önüne çıkar, onu ya imkansızlaştırır ya da yol haritasından çıkarır.

Marx’ın küresel ahlak ya da etikten bahsedemeyeceğinin farkında olmak için dünyayı diyalektik materyalizmle kavradığını bilmek yeterlidir. Diyalektik materyalizm, devam eden bir değişime vurgu yaptığı gibi ahlak gibi ideolojilerin içinde gelişen toplumların, onları belirleyen sınıf mücadelelerinin bir ürünü olduğunu kabul eder. Marksizm, seküler hümanizmin ahlaki duygusuna dayanan normatif felsefesiyle, insanın yabancılaşmadan kurtuluşu ve toplumun uzlaşması gibi bir hedefi olan, kendi içinde proleter sınıf çıkarının ideolojik bir ürünü olsa da, özgürlük, kurtuluş, eşitlik, adalet ve sömürüye, yabancılaşmaya son verilmesi gibi vurguları üzerinden güçlü bir ahlaki tona sahip görünse de, gerçekte tarihsel materyalist görüş, ahlak gibi metafizikle iç içe bir kavramla ilişkilendirilemez. Marx etik hakkında doğrudan yazma ama çoğu marksist, tarihsel-diyalektik materyalizm ilkeleri ve Marx'ın kapitalist üretim biçimiyle ilgili analizine dayanarak, sıklıkla çatışan normatif etik sistemler geliştirdi. Bu sistemlerin temel metodolojik ilkeleri materyalizm ve diyalektiktir. Materyalisttir; toplumda hakim olan ideal, standart ve erdemler, gerçekte var olan kişilerarası (değer) ilişkilerin bir yansıması, toplumsal grupların ve sınıfların çıkar ve gereksinimlerinin bir ifadesidir. Ahlak, kendini dünyadan soyutlamış ve mutlak değer iddiasında bulunan bir etik ideolojiye indirgenemez. Bu etik sistemler, ahlakı, yaşayan bireyleri bir araya getiren ya da ayıran değerler olarak, toplumsal ve tarihsel varoluş tarafından koşullanan bir davranış özelliğidir. Diyalektiktir: ahlakın bütünü gibi, onun her bir görünümünün, her ölçüt ve erdeminin sürekli hareket halinde olduğunu, ortaya çıktığını, geliştiğini, kaybolduğunu, bir niteliksel durumdan diğerine geçtiğini savunur. Somut tarihsel süreçten koparıldığında, genel olarak ahlak diye bir şey yoktur. Her ahlak türü toplumsal ve tarihsel olarak koşullanmıştır; bu, sistemlerin temel ilkesidir. Ahlakın nesnel özü, belirli toplumsal ilişkilerin karakterini taşır; üretim araçlarının mülkiyet ilişkileri, çeşitli sınıflar ve toplumsal gruplar arasındaki etkileşim, dağıtım ve değişim biçimleri. Bundan ahlakın sınıf içeriği olduğu sonucu çıkar. Toplumsal bağların doğası ahlakın özünü belirliyorsa ve bir sınıf toplumunda bu bağlar kendilerini her şeyden önce sınıflar arasındaki ilişkilerde gösterirlerse, onları yansıtan ahlakın bir sınıf karakteri vardır.

Burada etik daha çok kişinin doğru bir değerlendirme ve sonucunda etik-politik bir sorunsal kümesi içinde doğru bir eylemde bulunabilme imkanıyla bağlantılı. Ancak kişinin bunları yapabilmesi için sınırları üzerine düşünmesi; yeni sosyal bağlamları göz önünde bulundurarak kendisini sürekli yeniden inşa etmesi gerekiyor ve insanın kendisini inşa etmesi başkaları dolayımıyla gerçekleşebilen bir etkinlik. Yani etik, insanın hem kendisini hem de başkalarını gözeterek bilinci ve pratiğiyle kurduğu ilişki ağıyla bağlantılı. Bu bağlamda etiğin özgürlük kategorisini gerektirdiği öne sürülebilir, çünkü bunların yapılabilmesinin koşulu özgürlüktür. Kısaca Marxtaki etik boyut özgürlükle ilişkilidir. Bir tür kendini gerçekleştirme etiği de diyebiliriz. Bu kendini gerçekleştirme salt bir öznellik içinde gerçekleşemez, tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için doğru bireyselliği üreten bir kolektif yapı gereklidir. İşte tam da bu sebeple Marx kapitalizmi aşacak komünist toplum tasarımından söz eder. Sömürü ve baskıya son verme mücadelesinde, proletarya egemen sınıfın ahlak anlayışına meydan okur. Ahlakın temelini ortak insan doğasında görsek de, toplum sınıflara bölünmüşken küresel bir ahlak anlayışı var olamaz. Yine de, proletarya kendi çıkarları için mücadele ederek böyle bir ahlak anlayışının ortaya çıkmasını mümkün kılar. Proleter ahlak, sömürü ve baskıya son verme hedefine dayanır. Yani ahlak diğer ideoloji biçimleri gibi bir sınıf karakterine sahip ve bir kişinin hangi sınıflara ait olduğuna bağlı olarak farklı tarihsel koşullar altında insanların davranışlarında kendini gösteriyor. İnsanların ahlaki olarak özgürleşmeleri toplumsal ve ekonomik ilişkiler bağlamında özgürleşmesini takip eden bir süreçtir. Bu durumda önemli olan kişisel davranışlar değil, sınıflar arasındaki mücadele, kişisel ahlak değil, sınıfsız toplumu kurma mücadelesidir. Ve bu mücadelede, ahlakçılığın dili, çoğu zaman egemen sınıfın kendisine karşı çıkanları sınırlamak için kullandığı bir dildir. Buna karşılık, sınıf mücadelesinin her gerçek gelişimi, dayanışmacılığıyla gerçek anlamda insani bir toplum olasılığına işaret eden değerleri ortaya koyar.