KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ VE TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİNİ UZLAŞTIRMAK İÇİN ELZEM BİR ÇAĞRI METNİDİR. KÖH'ÜN SON PARADİGMA FARKLILIĞI, TDH İLE UZLAŞMAYI KAÇINILMAZ OLMAKTAN ÇIKARMIŞTIR.
Yoldaşlar! Yüz yıldır bu topraklarda inkârın ve imhanın kılıcı sallandı. Kürt halkı yok sayıldı, dili yasaklandı, köyleri yakıldı, evlatları zindanlarda çürütüldü. Ama tarih denen o inatçı nehir, inkârcı devletin beton duvarlarını parça parça aşındırdı! Bugün hâlâ dimdik ayakta duran Kürt özgürlük mücadelesi, işte bu inat ve dirençle büyüdü. Kapitalist devletin zorbalık aygıtına karşı, ezilenlerin özgürlüğü için Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği yeni hat; yalnızca şiddetin değil, toplumsal örgütlenmenin de dönüştürülmesi gerektiğini haykırdı. Bu yaklaşım, halkı defalarca aynı çıkmazlara sürükleyen dar yöntemlerden kopuşun adıdır. Yoldaşlar, buradaki ders açıktır: Devletin elindeki bahaneleri ve silahları almak, onu çözüm masasına sürüklemek, ancak güçlü bir toplumsal mücadeleyle mümkündür! İşte bu irade, yeni bir başlangıcın kapısını aralıyor; sorunu şiddetin kör kuyusundan siyasetin ve hukukun alanına taşımak istiyor. Ama unutmayalım: Eğer bugün imha ve inkâr siyasetinin kalbinde gedikler açılmışsa, bu yalnızca masaların, müzakerelerin değil; bedel ödeyen devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin, halkların kardeşliği için canını ortaya koyanların eseridir! Bu kazanımı sahiplenmek, onu büyütmek ve kalıcı kılmak tarihsel görevimizdir. Barış ve çözüm süreçleri, burjuvazinin manevra alanı değil, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin mevzisidir! Bu süreçlere “riskli” diyerek sırtını dönenler, aslında tarihe sırtını dönmektedir. Devrimci olan, sürece korkuyla değil, kurucu özne olarak katılmaktır. Bu yüzden barış masası, devrimciler için bir yük değil, tarihsel bir fırsattır. Bu fırsatla kitlelere ulaşabilir, faşizmin kirli oyunlarını boşa çıkarabilir, işçi sınıfının gerçek taleplerini toplumun gündemine taşıyabiliriz. O halde haykıralım: Barış, teslimiyet değildir! Barış, devrimcilerin ellerinde bir silah; halkların birleşik mücadelesinde bir mevzidir!
Yoldaşlar! Türkiye sosyalist hareketinin bir kısım damarları hâlâ kendini Marksizmin tek hakimi sanıyor. Ellerinde sahte bir “doğru-yanlış cetveliyle” ahkâm kesiyorlar. Kürt’ün sosyalist olabileceğini kabul edemiyor, onun özgürlük mücadelesini burjuva milliyetçiliği diye yaftalıyorlar. Bu nasıl bir körlüktür? Bu nasıl bir çarpıtmadır? Bugün cezaevleri yüzlerce Kürt devrimciyle dolu! Onların ideolojik bagajı hâlâ Marksizm’den besleniyor; onların canları, sosyalizmin ve enternasyonalizmin değerleri uğruna feda ediliyor. Peki biz ne yapacağız? Onları görmezden mi geleceğiz? Sosyalizm yalnızca Türklerin mi zimmetindedir? Hayır! Sosyalizm, tüm dillerden, tüm halklardan ezilenlerin ortak mücadelesidir! Bakın çelişkiye: Türkiye’de demokrasi mücadelesine katılan Türk sosyalisti sosyalist kabul ediliyor; ama Kürt aynı mücadeleyi ulusal sorunun çözümüyle birleştirince burjuva milliyetçi damgası yiyor. Türk sosyalisti faşizme karşı mücadele ederken sosyalist oluyor; ama Kürt Ortadoğu’nun en baskıcı rejimlerine kafa tutunca birden burjuva milliyetçi ilan ediliyor! Bu çifte standart devrimciliğe de, enternasyonalizme de ihanettir!
Yoldaşlar! Sosyalizm yalnızca işçi ve köylüleri değil, dillerinden, uluslarından ötürü ezilenleri de kapsar. Ulus ve dil imtiyazını ortadan kaldırmak, bugünün en yakıcı demokrasi görevidir. Kürtlerin eşit yurttaşlık talebi, sosyalizmin özüne aykırı değil, tam tersine onun ayrılmaz bir parçasıdır. Ama Türk sosyalistlerinin bir kısmı, kendi milliyetçi pratiklerine gelince üç maymunu oynuyor. “Cumhuriyet değerleri” diyerek devletin tekçi mirasını kutsuyorlar, ama Kürt halkının taleplerine gelince hedefe koyuyorlar. Bu ikiyüzlülük, devrimci dayanışmayı parçalamaktadır! Gerçekler ortada: Kürtler, Ortadoğu dengelerinde büyük bir fırsat yakaladılar. Türk devleti bile bir noktada “gel müzakere edelim” demek zorunda kaldı. Ama ne yazık ki, bazı sosyalistler, Kürt yoldaşlarının elini güçlendirmek yerine onların önüne engel koydu. Onlara “yanınızdayız” demek yerine, sahte ölçütlerle burjuva milliyetçiliği yaftası yapıştırdılar. Oysa bizim görevimiz çok nettir: Kürt halkına, onların mücadelesine, kazanımlarına koşulsuz enternasyonalist dayanışma sunmak! Başarıya ulaşırlarsa onlarla sevineceğiz, tökezlerlerse yine yanlarında olacağız! Çünkü unutmayın yoldaşlar: Ezilenlerin kurtuluşu, rekabetle değil, enternasyonal dayanışmayla mümkündür!
Yoldaşlar! Kürt özgürlük hareketi, tarihi boyunca Marksizm’in devrimci damarından beslendi. Ama son yıllarda ideolojik bir kopuş yaşanıyor. “Demokratik sosyalizm”, “demokratik konfederalizm”, “devletsiz demokrasi” gibi kavramlarla yeni bir yol açılmaya çalışılıyor. Komünler, kadın özgürlüğü, ekoloji, yerel özyönetimler… Bunlar halkların öz gücünü harekete geçiren değerli kazanımlardır. Ama soralım: Üretim ilişkileri değiştirilmeden, mülkiyet devrimci dönüşüme uğratılmadan, sınıf tahakkümü yıkılmadan gerçek özgürlük mümkün mü? Burjuvazi bilir ki, devleti ayakta tutan yalnızca polis ya da ordu değildir; asıl güç özel mülkiyettedir. Devlet, mülkiyetin koruyucusudur! Dolayısıyla devlet karşıtlığı, sınıfsal temele bağlanmadıkça eksiktir. Kapitalist düzenin üretim ilişkilerini parçalamadan hiçbir “alternatif yönetim modeli” ayakta kalamaz. Bugün adına komün denilen birçok yapı, kapitalist piyasanın kurallarına bağımlı hale gelmiş, sistemin sol kanadına dönüşmüştür. Aynı tehlike demokratik konfederalizm için de geçerlidir! Marksizm ise hâlâ insanlığın en kapsamlı özgürleşme kuramıdır. Eşitliği, özgürlüğü, ulusal ve cinsel tahakkümün aşılmasını sistemli ve bilimsel bir biçimde ortaya koymuştur. Lenin, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunarak, sosyalizmi ulus-devletin ötesine taşımıştır. Sovyet deneyimi, federatif yapısıyla bu olanağı göstermiştir. Eksikleri, bürokrasisi, çöküşü tartışılabilir; ama bir gerçek vardır: Marksizm ezilen uluslara sadece kültürel değil, siyasal özgürlük hakkı tanıyan tek teorik çerçevedir! Oysa Kürt hareketinin yeni paradigması, ulus-devlet eleştirisi üzerinden bu hakkı da tartışmaya açıyor. Oysa unutmayalım: Marksizm’de ayrılma hakkı, gönüllü birlikteliğin koşuludur! Ulusların eşitliği, bu hakkın tanınmasıyla mümkündür. Dolayısıyla Marksist teoriye göre federasyon, özerklik ya da bağımsız devletin tümü meşru seçeneklerdir. Bunları reddetmek değil, halkların iradesine bırakmak gerekir.
Yoldaşlar! Buradan şu çağrıyı yükseltiyoruz: Kürt özgürlük hareketinin yarattığı değerler bizim değerlerimizdir. Ama aynı zamanda Marksizm’in kızıl pusulasını terk etmeyeceğiz! Çünkü gerçek bir özgürlük, yalnızca biçimsel demokrasiyle değil, mülkiyetin ve üretim tarzının kökten dönüşümüyle mümkündür. Kapitalizmin zincirlerini kırmadan devletsiz demokrasi hayali, er ya da geç sistemin dişlilerine teslim olur. O halde görevimiz nettir: Kürt özgürlük hareketiyle omuz omuza, ama Marksizm’in devrimci mirasıyla yolumuzu güçlendireceğiz. Çünkü kurtuluşun yolu, devrimci teoriyle devrimci pratiğin birleşmesindedir!
Yoldaşlar! 12 Eylül faşizmi yalnızca bir askeri darbe değildi; bütün bir halkın boynuna geçirilmiş prangaydı. Diyarbakır zindanlarında bedenler ateşe verildi, işkence tezgâhlarında insanlık parçalanmaya çalışıldı. Ama Kürt halkı boyun eğmedi! O zindanlarda yükselen direniş, özgürlük hareketinin ateşini tutuşturdu. 1990’larda köyler yakıldı, milyonlarca insan göç ettirildi. Faili meçhullerle binlerce insan katledildi. Ama tarihin yasası şudur: topyekûn savaşlar, halkların iradesi karşısında yenilmeye mahkûmdur. Devletin kirli savaşı, Kürtleri metropollere sürdü ama bu kez yangın yalnızca dağlarda değil, şehirlerde de tutuştu. Kürt yoksulları işçi sınıfının en dinamik parçası haline geldi, sendikaları ve emek örgütlerini dönüştürdü. İşte burjuvazinin kâbusu da budur: ulusal taleple sınıf mücadelesinin birleşmesi! Ama bu hareketi sıradan bir ulusal hareketten ayıran şey yalnızca sınıfsal karakteri değildir. Aynı zamanda bir kadın hareketidir! Tarihin en eski köleliği olan kadın köleliği, bu topraklarda zincirlerini kırdı. Rojava’da kadınlar yalnızca cephede savaşmadı, aynı zamanda toplumun öncüsü oldu. Kobane direnişi, bir kadın hareketinin bayrağına dönüştü. Kadının ilk köleleştirildiği bu coğrafyada, bugün kadın özgürlüğü bayrağı dalgalanıyor! Ve unutmayalım: Kürt hareketi yalnızca kendi gücüyle değil, bu toprakların kadim komünalite geleneğiyle de bağ kurdu. Alevi komünalitesi, Ezidi dayanışması, Nusayri geleneği, Kürt aşiret yapıları içinden doğan kolektif direniş… Tüm bu tarihsel damarlar, bugün Kürt özgürlük hareketinde yeniden hayat buluyor. Şengal direnişi bunun en somut örneğidir: tarihsel ve sosyal dinamikler birleştiğinde başka bir Ortadoğu mümkündür! İşte bu yüzden, Kürt hareketi ne yalnızca bir ulusal hareket ne yalnızca bir siyasi örgüttür. O, tarihle hesaplaşan, toplumu dönüştüren, kadını özgürleştiren, komünal değerleri yeniden dirilten bir devrimci harekettir! O halde haykıralım: Zindanlardan yükselen ateş Rojava’da volkan oldu; şimdi o ateşi bütün Ortadoğu’ya yayacağız!
Yoldaşlar! Rojava yalnızca Kürtlerin değil, tüm insanlığın umududur! Kobane’de kadınlar, gençler, işçiler silahlarıyla yalnızca IŞİD’e değil, bütün gerici barbarlığa meydan okudular. Dünyanın dört bir yanında halklar, bu direnişte kendi kurtuluşunu gördü. İşte o yüzden Rojava, enternasyonal dayanışmanın yeni simgesine dönüştü! Ama unutmayalım: emperyalizm bu direnişe gönülden değil, mecburiyetten yanaştı. ABD, IŞİD barbarlığı karşısında sessiz kalmış, yalnızca halkın inadı ve Kobane’nin kahramanca direnişi emperyalistleri taktiksel bir ittifaka zorlamıştı. O yüzden emperyalizmin dostluğu yalandır, desteği geçicidir! Onların defteri sömürgecilik, ihanet ve kanla yazılmıştır. Bugün kapitalist Türkiye devleti dört bir yandan saldırıyor, Rojava’yı boğmak için emperyalistlerle pazarlık yapıyor. ABD hâlâ Rojava’yı siyasal olarak tanımıyor, ilişkiyi belirsiz bırakıyor. Burjuvazinin planı açıktır: Kürt halkının kazandığı mevzileri tasfiye etmek!
Yoldaşlar, işte bu yüzden tek güvence emperyalizm değil, halkların birleşik mücadelesidir! Kobane’nin zaferi bize bir şey öğretti: öz güce dayanmadan hiçbir kazanım kalıcı olamaz! Emperyalizme yaslanan her hareket, günü geldiğinde yüzüstü bırakılır. Ama halkına yaslanan, kendi iradesine güvenen hareket asla yenilmez! Buradan haykırıyoruz: Rojava yalnız değildir! Rojava’nın umudu, işçi sınıfının ve ezilen halkların birleşik devriminde büyüyecek! Emperyalistler, gericiler ve şovenistler dört bir yandan saldırabilir, ama halkların enternasyonal dayanışması bu saldırıları boşa çıkaracaktır! O halde görevimiz açıktır: Rojava’yı savunmak, yalnızca Kürt halkını değil, insanlığın özgür geleceğini savunmaktır!
Yoldaşlar! Bugün fabrikalarda, şantiyelerde, tarlalarda alın teri döken işçilere bakın! Kürt işçisiyle Türk işçisi yan yana, omuz omuza çalışıyor. Aynı makinenin başında, aynı iskelenin tepesinde, aynı güneşin altında ter akıtıyor. Onların kaderi birdir, zincirleri ortaktır! Ama burjuvazi ne yapıyor? Irkçılığı kışkırtıyor, şovenizmi körüklüyor, işçiyi işçiye düşürmeye çalışıyor. Çünkü bilir ki, Kürt ve Türk işçisi birleşirse, o gün sermayenin saltanatı yerle bir olur! Onlar için tek kurtuluş, bizi birbirimize düşürmektir. İşte biz onların bu oyununu parçalayacağız! Kürt işçileri hiçbir zaman ayrı sendikalarda örgütlenmedi, sınıfı bölmedi. Onlar sınıf kardeşliğini korudu. Ama ne yazık ki, sendikal hareketin Türk egemen damarları çoğu kez ulusal talepleri görmezden geldi. Ulusal özgürlük mücadelesiyle sınıf mücadelesini birleştirmek yerine dar gündemlere sıkıştı. Bu körlük, hem sendikaları zayıflattı hem de iki halk arasındaki güvensizlikleri besledi. Oysa devrimci görev açıktır: Kürt işçisinin ulusal taleplerini, sınıfsal talepleriyle birleştirmek! Türk işçisini, Kürt halkının özgürlük mücadelesine kazanmak! Böylece ulusal özgürlük ile sınıf mücadelesini tek bir devrimci yumrukta birleştirmek! Marx’ın sözünü hatırlayın yoldaşlar: “Başka ulusları ezen bir ulus, özgür olamaz!” Türk işçisi, Kürt halkının zincirlerini kırmasına omuz verdiğinde, kendi zincirlerini de parçalayacaktır. Kürt işçisi, sınıf mücadelesinde yer aldığında, özgürlük mücadelesini taçlandıracaktır. O halde haykıralım: Kürt ve Türk işçileri birleşecek, şovenizmin zincirlerini kıracak, halkların birleşik devrimini kuracak!
Yoldaşlar! Barış ve çözüm süreçlerine “riskli” diyerek sırtını dönenler, aslında tarihten kaçanlardır! Devrimci irade, riskten korkmaz; riskin üzerine yürür! Bizim görevimiz kenarda oturup seyretmek değil, sürecin içine girip onu halkların lehine çevirmektir. Unutmayın: barış masası yalnızca burjuvazinin pazarlık alanı değildir. Doğru müdahaleyle, ezilenlerin özgürlük masasına da dönüşebilir! Ama bu dönüşüm, dışarıdan destekle değil, içeriden kurucu özne olarak katılmakla mümkündür. Barış, işçi sınıfının örgütlenmesi için eşsiz bir zemindir. Savaşın gölgesinde işçi ekmeğini, halk güvenliğini kaygı edinir; ama barış döneminde kitleler nefes alır, devrimci örgütler onların gündemine girer. Sendikalar güçlenir, mahalle örgütleri yayılır, kadın ve gençlik hareketi kök salar. İşte bu yüzden barış, bizim için yalnızca bir hedef değil, aynı zamanda örgütlenmenin devrimci imkânıdır! Kenarda durup bekleyenler hiçbir şey kazanamaz. Oyun dışından bağıranlar değil, oyunun kurallarını değiştirenler tarihe damga vurur! O yüzden diyoruz: Barış süreci, devrimciler için bir yük değil, tarihsel bir fırsattır! Bu fırsatı enternasyonal dayanışmayla, sınıf mücadelesiyle ve devrimci örgütlenmeyle halkların lehine çevireceğiz! O halde görev açıktır: Barışın sözcüsü olacağız, halkların özlemini devrimci bir dille haykıracağız, masaya devrimci talepleri taşıyacağız. Çünkü gerçek barış, ancak devrimcilerin ellerinde halkların özgürlük zaferine dönüşür!
Yoldaşlar! 90’ların başında dünya devrimci hareketi büyük bir fırtınayla sarsıldı. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte burjuvazi zafer naraları atıyor, neoliberal ideoloji dört bir yana zehir saçıyordu. Birçok devrimci hareket dağıldı, kimisi liberalizmin batağına saplandı, kimisi de tarih sahnesinden silindi. Ama Kürt özgürlük hareketi? O, bu fırtınaya teslim olmadı! Evet, ideolojik kırılmalar yaşandı. Bağımsız ve birleşik Kürdistan hedefi geri çekildi, orak-çekiç sembollerden çıkarıldı, “demokratik konfederalizm” adı altında yeni yönelimler geliştirildi. Ama dikkat edin yoldaşlar: Halkın bağrına kök salmış, dağlarda ve şehirlerde örgütlenmiş bir hareket kolay kolay çözülmez! Kolombiya’da, İrlanda’da, Bask’ta gerilla hareketleri tasfiye edilirken; Kürt özgürlük hareketi direndi. Çünkü onun arkasında yalnızca silahlı mücadele değil, aynı zamanda devrimci bir halk gücü vardı! Çünkü onun omurgasını Kürt yoksul köylüsü, işçisi, emekçisi oluşturuyordu. Çünkü onun damarında kadının özgürleşme iradesi, gençliğin isyanı, halkların enternasyonal dayanışması akıyordu! Buradan çıkarılacak ders nettir: ideolojik kırılmalar, hatalar ve taktik sapmalar olabilir. Ama bir hareket eğer halkın bağrına kök salmışsa, kolay kolay yıkılamaz! Kürt özgürlük hareketinin bugün hâlâ Ortadoğu’nun en güçlü devrimci dinamiği olması işte bu yüzden tesadüf değildir. O halde görevimiz de açıktır: Bu hareketin yarattığı tarihsel birikimi sahiplenmek, enternasyonal dayanışmayı büyütmek ve Marksizm’in devrimci mirasıyla bu mücadeleyi güçlendirmek! Çünkü ezilenlerin kurtuluşu, yalnızca öz güce dayalı direnişle değil, aynı zamanda devrimci teorinin yol göstericiliğiyle mümkündür.
Yoldaşlar! Bugün Rojava’da emperyalizmle kurulan zorunlu ilişkileri herkes görüyor. ABD, kendi çıkarları için bir gün Kürtlerle yan yana duruyor, ertesi gün onları yalnız bırakıyor. Onların defteri ihanetlerle dolu, onların tarihi sömürüyle yazılmıştır! Şunu unutmayın: emperyalizm asla dost olmaz! Halkların kurtuluşunu değil, kendi çıkarlarını düşünür. Emperyalizme yaslanmak, günü geldiğinde sırtını yere çaktıracak en büyük zaaftır. Rojava’nın geleceği Washington’da ya da Brüksel’de değil, halkların öz gücünde yazılıdır! Kürt özgürlük hareketi bize geçmişte bunun dersini verdi. 1980 faşizminin karanlığında, zindanlarda direnen bedenler, ilk kurşunu sıkan öncüler, hiçbir emperyalist desteğe güvenmediler. Onlar yalnızca halka güvendiler! İşte bu yüzden hareket büyüdü, işte bu yüzden yenilmedi. Bugün de aynı ders geçerlidir: emperyalizmin desteği değil, halkın örgütlü gücü kurtarır! Tavizle kazanılan bir zafer, en ağır yenilgiden daha yıkıcıdır. Çünkü o zafer, burjuvazinin zincirlerine teslimiyet demektir. O yüzden biz haykırıyoruz: Zafer, tavizle değil; direnişle, öz güce dayanarak kazanılacaktır! Burjuvazi ve emperyalizm saldırdıkça biz daha gür haykıracağız: Ne ABD’ye, ne NATO’ya, ne de sermayenin oyunlarına güveniyoruz! Tek güvencemiz, halkların birleşik mücadelesidir! O halde görev açıktır: Kürt özgürlük hareketinin kazandığı mevzileri emperyalizmin pazarlık konusu yapmasına izin vermeyeceğiz. En zor koşullarda bile öz güce, halkın iradesine dayanacağız. Çünkü gerçek zafer, ancak halkın kendi gücüyle kazanılır!
Yoldaşlar! Bugün işçi sınıfının damarlarına bakın! Kürt ve Türk işçisinin kanı aynı tezgâhta, aynı makinada, aynı şantiyede terle karışıyor. İstanbul’un fabrikalarında, Adana’nın tarlalarında, İzmir’in limanlarında, Ankara’nın inşaatlarında… Kürt ve Türk işçisi yan yana, aynı sömürü zincirine vurulmuş durumda! Ama burjuvazi ne yapıyor? Onlar, şovenizmi körüklüyor, ırkçılığı kışkırtıyor, işçiyi işçiye düşürmeye çalışıyor. Çünkü bilirler ki: Eğer Kürt ve Türk işçisi aynı safta birleşirse, o gün sermayenin saltanatı yıkılır, burjuvazinin kâbusu gerçeğe dönüşür! İşte bu yüzden onların bütün oyunu, bizi bölmektir. Ama unutmayalım! Kürt işçileri hiçbir zaman ayrı sendikalar kurup sınıfı bölmedi. Onlar, sınıf kardeşliği bilincini hep taşıdı. Buna rağmen sendikal hareketin Türk egemen damarları çoğu kez Kürt halkının ulusal taleplerini yok saydı. Sınıf mücadelesi ile ulusal özgürlük mücadelesini birleştirmek yerine dar gündemlere sıkıştı. Bu körlük, hem sendikaları güçsüz bıraktı hem de halklar arasındaki güveni zedeledi. Oysa gerçek kurtuluş ancak bu ikisini birleştirmekle mümkündür! Kürt işçisi ulusal taleplerini sınıf mücadelesiyle buluşturacak, Türk işçisi Kürt halkının özgürlük davasına omuz verecek. İşte o gün ulusal ve sınıfsal zincirler birlikte parçalanacak!
Yoldaşlar! Marx’ın sözü hâlâ yolumuzu aydınlatıyor: “Başka ulusları ezen bir ulus, özgür olamaz!” Türk işçisi Kürt halkının özgürlük mücadelesine destek vermedikçe kendi zincirini de kıramaz. Kürt işçisi, sınıf mücadelesine omuz vermedikçe özgürlük mücadelesini de zafere taşıyamaz. O halde haykıralım: Kürt ve Türk proletaryası birleşecek! Emek cephesi tek bir devrimci bayrak altında toplanacak! Şovenizmin zehirini işçi sınıfı kardeşliğiyle temizleyeceğiz! Halkların birleşik devrimini işçi sınıfı kuracak!
Yoldaşlar! Devrimci olmak demek, yalnızca alkışlamak değil; yanlış karşısında susmamak, dostça ama kararlı biçimde eleştirmek demektir. Kürt özgürlük hareketi de hata yapabilir, Türk sosyalist hareketi de. Ama bu hatalara burjuvazinin diliyle değil, devrimci kardeşliğin diliyle yaklaşacağız! Unutmayın: küçümseyici, ötekileştirici, milliyetçi bir eleştiri, yalnızca aramızdaki mesafeyi büyütür. Oysa dostane ama devrimci bir eleştiri, yanlışları düzeltir, kardeşliği güçlendirir, mücadelenin yolunu açar. Eleştirinin dili, ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıdır. Çünkü bizler aynı sınıfın, aynı kavganın evlatlarıyız! Kürt ve Türk halkları birbirinden koparılamaz. İşçi sınıfının damarları iç içe geçmiş, alın terleri aynı toprağa akmış, kaderleri birbirine bağlanmıştır. Burjuvazinin şoven oyunları, bizi birbirimizden ayırmaya yetmeyecektir. Bizim dilimiz, halkların kardeşliği dili olmalıdır!
Yoldaşlar! Bu topraklarda sosyalist hareketi güçsüzleştiren en büyük zehirlerden biri burjuva milliyetçiliktir. Türk sosyalistleri, milliyetçiliğin gölgesinden çıkmadıkça, Kürt halkının özgürlük mücadelesine eşit bir yoldaşlık sunmadıkça, devrimci enternasyonalizmi temsil edemez. Aynı şekilde Kürt özgürlük hareketi de ulusal taleplerini sınıfsal mücadeleyle birleştirmedikçe, devrimci eksenden uzaklaşma riski taşır. Görevimiz nettir: burjuva milliyetçiliğin zehrini söküp atmak, onun yerine enternasyonalizmin kızıl bayrağını yükseltmek! Eleştirilerimizi kardeşçe yapacağız, dayanışmamızı koşulsuz büyüteceğiz, halkların birleşik mücadelesini örmeye devam edeceğiz! O halde haykıralım: Milliyetçilik değil, enternasyonalizm! Bölünme değil, birleşme! Sessizlik değil, devrimci eleştiri ve kardeşlik!
Yoldaşlar! Bugün burjuvazi dört bir koldan saldırıyor. Kapitalist devlet, işçiyi köleleştiriyor, halkları birbirine düşürüyor, kadınları zincire vuruyor, doğayı talan ediyor. Emperyalizm, kanlı pazarlıklarla halkların geleceğini satıyor. Şovenizm, işçi sınıfını bölen en kirli silah olarak ortalığı zehirliyor. Ama biz de buradayız! Halkların birleşik gücü, işçi sınıfının devrimci öfkesi, kadınların özgürleşme iradesi, gençliğin isyan ateşi buradadır! Kürt ve Türk işçileri, Aleviler, Sünniler, ezilen bütün inançlar, bütün halklar buradadır! Onların birleşik mücadelesi, sermayenin bütün oyunlarını yerle bir edecektir! Kürt özgürlük hareketinin tarihinden öğrendik: öz güce dayanmadan hiçbir kazanım kalıcı değildir! Emperyalizme güvenmek ihanettir, burjuvaziye taviz vermek teslimiyettir! Tek güvence vardır: örgütlü halkın devrimci iradesi! Barış ve çözüm süreçleri bizim için yük değil, devrimci fırsattır! O masaları halkların lehine çevirecek olan biziz. Kardeşliği sloganlarda değil, fabrikalarda, meydanlarda, barikatlarda inşa edecek olan biziz. Ulusal özgürlük ile sınıf mücadelesini tek bir devrimci yumrukta birleştirecek olan biziz!
Unutmayın yoldaşlar: Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz! Türk işçisi Kürt halkının özgürlüğünü savunmadıkça kendi zincirini de kıramaz. Kürt işçisi sınıf mücadelesine omuz vermedikçe kendi kurtuluşunu da zafere taşıyamaz. Bu nedenle tek kurtuluş, birleşik devrimdedir! Bugün önümüzde iki yol vardır: ya kapitalizmin barbarlığı, ya halkların sosyalist özgürlüğü! Ya milliyetçiliğin ve emperyalizmin karanlığı, ya enternasyonal dayanışmanın aydınlığı! Ya sosyalizm, ya hiçlik! O halde haykıralım: Yaşasın Kürt ve Türk işçilerinin birleşik mücadelesi! Yaşasın halkların enternasyonal dayanışması! Kahrolsun kapitalizm, yaşasın sosyalizm!