"Radikal olmak, şeyleri kökünden kavramaktır!" Peki insanın kökü nedir? "İnsanın kökü insandır!" Kapitalizmin bize dayattığı çarpık düzen, insanın özüne uygun mudur? Hayır! Çünkü insan yalnızca aç kalmamak için doğayla boğuşan bir mahluk değildir. Arı, kunduz ya da örümcek gibi kör bir içgüdüyle değil, bilinçle, özgür iradesiyle doğayı dönüştürür. İşte onu insan yapan budur: dünyayı, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, bilinçli ve özgür bir şekilde değiştirmek! Burjuvazi bize insanın özgürlüğünü, insanın özünü çarpıtılmış şekilde gösterir. Oysa gerçek özgürlük, insanın kendi emeğiyle dünyayı dönüştürmesidir. İnsanın özü, emeğinin bilinciyle yarattığı üretimde açığa çıkar. Gerçek tatmin, özüne uygun yaşamak; yani bilinçli üretmektir! İnsan düşünmekle başlamadı tarihe! İnsan, ekmek kavgasıyla, üretimle başladı! Hayvanlar içgüdüyle yuva yapar, arı kör bir düzenle peteğini örer. Ama insan öyle değildir! İnsan, emeğini bilinçle harcar; dünyayı değiştirmek için üretir. İşte bu yüzden insanın özü, üretim etkinliğindedir. Burjuvazi bize hep şunu unutturmak ister: koşulları değiştiren, tarihi yapan insandır! Önceki materyalistler, insanı pasif bir kukla gibi gördü; ama Marx dedi ki: insan yalnızca koşulların ürünü değildir, koşulları değiştiren devrimci güçtür! İnsan, dünyayı yalnızca seyretmez, onu değiştirmek için harekete geçer. İşte bu harekete “devrimci praksis” denir! O halde insanı hayvandan ayıran şey, yalnızca üretmek değil, üretimin bilincinde olmak, dünyayı dönüştürmektir. İnsan pasif değildir! İnsan, tarih yapan, zincirlerini parçalayacak olan yaratıcı güçtür! Tarihin başlangıcı soyut fikirler değil, yaşayan insandır! Marx’ın dediği gibi, öncül, masa başında kurulan dogmalar değil, kanlı canlı insanın varoluşudur. İnsan, ekmek için çalışır, barınmak için üretir, doğayı dönüştürür. İşte gerçek budur! Doğa bize hammaddeleri sunar, ama onları dönüştüren insan emeğidir. İnsan doğadan ve doğa yoluyla üretir. Burjuvazinin ideologları göklerde hayaller kurar, ama Marx bize yere basmayı öğretir: tarih, gerçek bireylerin gerçek etkinliklerinden doğar! O yüzden tarih, yalnızca soyut düşüncelerin yürüyüşü değil, insanın emekle kurduğu yaşam mücadelesidir. Tarih, üretim ilişkilerinin tarihidir. İnsan, çalışarak hem kendini hem toplumu kurar. Burjuvazi unutturmak ister, ama bilmeliyiz: insanın özü onun üretici emeğinde yatar! Marx ile Engels bize şunu haykırır: tarih, soyut fikirlerin değil, gerçek insanların gerçek eylemlerinin ürünüdür! Alman idealistleri kafalarının içinde koca sistemler kurarken, Marx dedi ki: “Hayır! Tarih göklerde değil, yerde yazılır; alın terinde, üretim sürecinde, insanın pratik etkinliğinde şekillenir!” Her tarih yazımı, doğal temellerden ve bu temellerin insan emeğiyle değiştirilmesinden başlamalıdır. Çünkü insan, yalnızca dünyaya uyum sağlayan bir hayvan değildir; dünyayı değiştiren, tarihi yapan bir özne, devrimci bir güçtür! İnsanı insan yapan şey, onun üretim etkinliğidir! İnsan, neyle ürettiğiyle, nasıl ürettiğiyle tanımlanır. Ve insanın özü, tek tek bireylerin içinde saklı değildir; insanın özü toplumsal ilişkiler bütünüdür! Bu yüzden, toplumsal yaşamın özü pratiktir; yani harekettir, değişimdir, devrimdir! Marx’ın felsefesi masa başında laf üretmek değil, dünyayı değiştirmektir! Çünkü insan yalnızca düşünen değil, pratik eylemiyle koşullarını değiştiren bir varlıktır. İşte bu yüzden Marx’ın insan anlayışı, onun felsefesinin merkezindedir. Burjuvazi, insanı meta gibi görür; Marx ise insanı değerli görür! Çünkü insan emeği yaşamın kaynağıdır! İşte bu yüzden Marx’ın hümanizmi bütün eserlerine sinmiştir. Onun her satırında, sömürüye duyduğu öfke, insana duyduğu saygı vardır. Kapitalizme karşı yürüttüğü kavga, yalnızca sınıfsal değil, insanın onuru uğrunadır. İnsan emeğinin sömürüsü, insanın özüne saldırıdır! O yüzden Marx’ın öğretisi yalnızca teori değil, insanlığın kurtuluş çığlığıdır. Felsefenin görevi, zincirleri teşhir etmek değil, zincirleri kırmaktır! Hegel devletten başlar, insanı devletin bir gölgesi sayar! Ama Marx der ki: hayır! İnsan devleti yaratır, devlet insanı değil! Tıpkı dinin insanı yaratmaması, tersine insanın dini yaratması gibi… Demokrasi insandan başlar! Devlet, insanın nesneleşmesidir. Burjuva ideologları yasaları kutsar, sanki yasa insanın üstünde bir güçmüş gibi gösterir. Ama Marx bize hakikati söyler: yasanın nedeni insandır; yasa, insanın varoluşudur! Burjuvazi halka, “devlet sizden yücedir” diye fısıldar. Oysa halk devleti yaratandır! Halkın olmadığı yerde devlet yoktur! Demek ki egemenlik devlete değil, insana, halka aittir. Demokrasi budur! İnsan yalnızca doğanın bir parçası değildir; insan toplumsal bir varlıktır! Açlık, barınma, susuzluk gibi doğal gereksinimler vardır, ama bunlar yalnız başına insanı açıklamaz. Çünkü bu ihtiyaçlar, tarih içinde, toplum içinde, üretimle şekillenir. Doğa ve toplum birbirinden kopuk değildir! Burjuvazinin zihninde bunlar sanki ayrıymış gibi durur; oysa gerçekte iç içe geçmiştir. İnsan, hem doğanın hem toplumun ürünüdür. Doğal ihtiyaçlarımızı karşılarken toplumsal ilişkiler kurarız; toplumsal yaşam kurarken doğayı dönüştürürüz! İnsan, pasif bir seyirci değil, doğa ve toplumun bağrında etkin bir özne, bir yaratıcı güçtür! O yüzden insanı kavramanın tek yolu, onu bütünsel-diyalektik bir bakışla kavramaktır: insan doğal, toplumsal ve tarihsel bir varlıktır! İnsan tek başına, toplumdan kopuk yaşadığında insan değildir! Bireyi kutsayan burjuva ideolojisi, insanı yalnız bir ada gibi gösterir. Ama gerçek başka: insan, toplumsal yaşamıyla insan olur! İnsan ne sadece yapıların kuklasıdır, ne de toplumdan kopup keyfine göre özgürleşebilecek hayali bir birey! İnsan, tarihsel ve toplumsal bağlamıyla vardır. Onu anlamak için fabrikaya bak, köylünün toprağına bak, işçinin alın terine bak! İşte insan oradadır! İnsan, yalnızca toplum içinde özgürleşebilir. Toplumdan koparılan birey, zincirlenmiş bireydir. Gerçek özgürlük, ancak ortak yaşamda, ortak üretimde, ortak mücadelede doğar! İnsan emeği yalnızca karın doyurmak için değildir! Emeğin özü, insanın yaratıcı gücünü ortaya koymasıdır. İnsan, çalıştıkça, ürettikçe yalnızca nesneler yaratmaz; kendi varlığını da yaratır! Ama kapitalizm emeği köleleştirir, insanın yaratıcı etkinliğini zincire vurur. İşçi fabrikada kendine yabancılaşır, emeğinin ürününde kendi özünü göremez. Burjuvazi, emeği kâr için, sermaye için kullanır; oysa emek, insanın özgürlüğü için, insanın kendini gerçekleştirmesi için vardır! Gerçek bir çalışma düzeni, insanın yaratıcılığını büyüttüğü, gereksinimlerini ve yeteneklerini geliştirdiği bir düzendir. İşte bu, insan olma sürecinin koşuludur! Kapitalizmin zincirlerini kırmadan insanın tam anlamıyla insan olması imkânsızdır! İnsan doğası durağan değildir! Burjuvazi insanı değişmez, ebedi, kaderine razı bir varlık gibi göstermeye çalışır. Ama Marx bize gerçeği öğretir: insan doğası tarihsel olarak değişir, gelişir, ileriye yürür! Bizden önceki kuşakların hayal edemediği şeyler, bugün sıradanlaşmıştır. Dün düş olan, bugün gerçek oldu. Çünkü insan, doğasını üretimle, mücadeleyle, tarihle geliştirir! İhtiyaçlarımız büyür, yeteneklerimiz genişler; insanlık her adımda potansiyelini ileri taşır. Bu ilerleyişi durdurmak isteyen burjuvazi, zincirleriyle insanlığın gelişimini boğmak ister. Ama zincirler ne kadar ağır olursa olsun, insan doğası üretkenliğiyle, yaratıcılığıyla onları parçalayacaktır! İnsan doğası, tarihin diyalektiğiyle şekillenir; tarih de insan doğasının gelişiminin ürünüdür! İnsan yalnızca tarihin nesnesi değil, aynı zamanda öznesidir! Burjuvazi işçiyi bir dişliye indirger, sanki kendi kaderini tayin edemezmiş gibi gösterir. Ama Marx bize haykırır: insan, kendi etkinliğinin hem öznesi hem nesnesidir! İnsan toplumsal ilişkiler içinde var olur. Onu yalnızca birey olarak görmek yanıltıcıdır. O, toplumsal bağların, üretim ilişkilerinin merkezinde etkin bir varlıktır! İnsan, sadece düzenin taşıyıcısı değil, düzeni değiştirecek güçtür. İşte o yüzden tarih, insanın eseri; insan da tarihin ürünüdür! Kapitalizmin çelişkilerini ortadan kaldıracak olan, işte bu üretici ve aktif varlık olan insandır. Zincirleri kıracak olan, “tarihi yapacak” olan, üretim alanında sömürülen milyonlardır! Tarih soyut bir kavram değil, halkın kendi eliyle yazdığı kavgadır! İnsanın özü, özgür üretkenliğinde, yaratıcı emeğindedir! Ama kapitalizm bu özü boğar, işçinin emeğini ondan koparır. İşçi, kendi elleriyle yarattığı üründe kendi varlığını göremez, emeğinin meyvesi ona yabancılaşır! İşte bu, yabancılaşmadır! Özel mülkiyet, insanın özünü onun varoluşuna karşı çevirir. İnsanın potansiyelleri, kapitalist üretim altında zincire vurulur. Burjuvazi, işçinin özünü, yani emeğini, sermayeye çevirir. Böylece insan emeği insanın aleyhine işler! İşte kapitalizmin en büyük yalanı burada saklıdır: özgürlük vaat eder ama kölelik dayatır! İnsan emeğini özgürce ortaya koymadıkça, insan özüyle varoluşu arasındaki çelişki çözülemez. Bu çelişkiyi yok edecek tek şey devrimdir! Zincirleri parçalayacak olan, emeğini geri alacak olan işçi sınıfıdır! İnsan ne yalnızca bireydir, ne de yalnızca toplumun gölgesi! Onun özü, bireysel varoluşuyla toplumsal yaşamın birliğindedir. Burjuvazi, insanı tek başına özgürleşebilecek bir atom gibi gösterir. Ama Marx der ki: insan hem birey hem toplumsal bir varlıktır, özü bu birliğin içindedir! İnsanın algısı, düşüncesi, emeği… bunların hepsi toplumsal bir nitelik taşır. İnsan yalnızca kendi için değil, toplum için de üretir. Bütün etkinlikler, kaçınılmaz biçimde sosyal bir etkinliktir! O halde bireyi toplumdan ayıran her düşünce, burjuvazinin ideolojik yalanıdır. Toplum bireylerin üzerinde değil, onların emeğinde vardır. Toplum, yaşayan insanların etkinliğinin örgütlü biçimidir! O yüzden kurtuluş da bireysel değil, toplumsal olabilir. Birey ancak toplumla birlikte özgürleşir, insan ancak toplumsal yaşam içinde gerçek anlamda insan olur! İnsan doğaldır, çünkü doğadan beslenir. İnsandır, çünkü üretir. Toplumsaldır, çünkü ancak toplumla var olur. Tarihseldir, çünkü kendi elleriyle tarihi yapar! İnsan, kendi etkinliğinin hem öznesi hem nesnesidir: hem kendini yaratır hem de kendi zincirlerini kıracak gücü yaratır! Ama kapitalizm, insanın bu özünü boğar! İşçiyi üretimin kölesi yapar, emeği metaya çevirir, insanı kendi emeğine yabancılaştırır. İnsan özünü gerçekleştirmeden yaşayamaz; o yüzden bu düzende insan yarım kalır, eksik kalır, zincirlenmiş kalır! İnsanlığın gerçek kurtuluşu, bu zincirleri kırmaktan geçer! İnsan emeğini özgürce harcayacağı, yeteneklerini geliştireceği, ihtiyaçlarını kardeşçe karşılayacağı bir düzen… işte komünizm budur! İnsanlığın gerçek varoluşudur! Bugün görev bellidir: insanı insana, emeği özgürlüğe kavuşturmak! Tarihi yapan biziz, zincirleri kıracak olan da biziz! Burjuvazi bize zincir dayatıyor; biz ise bütün zincirleri paramparça edeceğiz! Çünkü insan, ancak özgürleştiğinde, ancak toplumsal bir dünyada, ancak emekle kurduğu yeni düzende gerçek anlamda insan olacaktır!