Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

Marksist Transhümanizm

Transhümanizm, insanlığın fiziksel, zihinsel ve duygusal sınırlarını aşmayı ve geliştirmeyi amaçlayan felsefi ve teknolojik bir harekettir. Biyonik implantlardan yapay zekâya, genetik mühendislikten nanoteknolojiye kadar uzanan araçlarla insanı yeniden kurmayı hedefleyen bu yönelim, ilk bakışta yalnızca bir bilimsel vizyon gibi görünse de, özünde devrimci bir potansiyel taşır. Çünkü insanın doğal sınırlarını aşma çabası, yalnızca biyolojinin değil, aynı zamanda toplumsal üretim ilişkilerinin de dönüştürülmesi anlamına gelir.

Transhümanizm felsefi düzeyde devrimcidir. Bu düşünce, geçmişin ontolojik geleneklerinden beslenerek 19. ve 20. yüzyıl İngiliz Marksistlerinden Sovyet ve Rus kozmizmine kadar uzanan geniş bir hattı bir araya getirir. Hatta daha da geriye, Hristiyan teologlar ve Aydınlanma filozoflarında bile proto-transhümanist fikirlerin izleri görülebilir. Politik düzeyde de devrimcidir, çünkü geçmişin devrimci önderlerinde ve mücadelelerinde, insanın kendi sınırlarını aşma ve özgürleşme arzusunun tohumları zaten vardır. Bu yüzden transhümanizm, kapitalist bireyci yorumlarından kurtarıldığında, Marksizm’in devrimci özüyle birleşebilir.

Marksizm, 19. ve 20. yüzyılların en gelişkin devrimci doktrinidir ve bazı transhümanist yazarları doğrudan etkilemiştir. Marx, Engels ve Lenin’in metinlerinde, insanlığın doğa karşısında özgürleşmesine dair proto-transhümanist fikirler bulmak mümkündür. Ne var ki bugüne dek kendini Marksist olarak tanımlayan hiçbir transhümanist hareket olmamıştır; çünkü mevcut transhümanist akımların hiçbiri sermayeyi kapitalizmin temel toplumsal ilişkisi olarak sorgulamamıştır. Bu nedenle asıl görev, mevcut bireyci ve kapitalizm yanlısı prizmayı kırarak Marksist bir transhümanizm inşa etmektir.

Bugün transhümanizmin egemen biçimi sermayenin tekelindedir. Kapitalizmin tekno-bilimsel gelişimi, insanlık için özgürleşme değil, sermayenin tahakkümünün daha ileri bir aşaması olarak işlev görmektedir. Bu nedenle biz, mevcut transhümanizmi transkapitalizm olarak tanımlıyoruz. Transkapitalizm, teknolojiyi insanlığın kurtuluşu için değil, nüfusu denetim altına almak, emek gücünü daha da sömürmek ve öjenik projelerle insanlığı sınıflara ayırmak için kullanır. Nick Bostrom, Yuval Noah Harari ve Ray Kurzweil gibi isimlerin öjeniyi meşru gören görüşleri, kapitalist transhümanizmin gerici karakterini açıkça göstermektedir. Onlar daha güçlü medeniyetler için "gereksiz insanları" tasfiye etme hayali kurmakta, dünya nüfusunu fazlalık ilan ederek burjuva çıkarlarını bilimsel ilerleme kılığına sokmaktadırlar.

Oysa Marksist transhümanizm, bilim ve teknolojiyi kapitalizmin zincirlerinden kurtararak insanlığın ortak yararına sunmayı amaçlar. Bu yönelim, Marx ve Engels’in komünizm anlayışına uygun biçimde, post-insanları "Yeni İnsanlar" olarak tanımlar. Komünist bir toplumda teknoloji, sermayenin değil, emekçi insanlığın hizmetinde olacaktır. Bu anlamda Marksizm’in özü zaten transhümanisttir; aynı şekilde gerçek transhümanizmin özü de Marksist olmak zorundadır.

Bizim görevimiz, tekno-bilimsel gelişimin içsel sınıf ilişkilerini açığa çıkarmak ve bu ilişkilerin transhümanist ideoloji üzerindeki etkisini teşhir etmektir. Bu yolla, Marx’tan günümüzün düşünürlerine uzanan bir teorik güzergâh inşa ederek Marksist transhümanizmin felsefi ve politik köklerini ortaya koyabiliriz. Michel Foucault’nun biyopolitika, tanatopolitika ve anatomopolitika kavramlarını aşarak, transkapitalizmin içsel çelişkilerini göstermek ve bu çelişkilerden yeni bir devrimci yol açmak mümkündür.

Transhümanizm, kapitalist tekellerin elinde insanlığın mezarı olabilir. Ama Marksist bir perspektifle ele alındığında, insanlığın zincirlerini kırarak yeni bir varoluşa, komünist bir geleceğe açılan kapı da olabilir. Görev açıktır: Teknolojiyi sermayeden kurtar, insanlığın hizmetine ver, özgür insanı yarat!