Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

ÇOCUK EMEĞİ

Kapitalizmin yegâne motivasyonu kârdır. Her zaman daha fazla kâr elde etme hırsıyla hareket eden bu sistem için insanın, doğanın, hatta çocuğun bile hiçbir değeri yoktur. Kapitalist sömürü düzeni, toplumun en savunmasız kesimi olan çocukları bile ucuz emek kaynağı olarak üretim çarklarına zincirlemiştir. Çeşitli uluslararası anlaşmalar ve yasaklamalar sözde yürürlükte olsa da, dünyanın dört bir yanında çocuklar hâlâ tarlalarda, madenlerde, fabrikalarda, atölyelerde köle gibi çalıştırılmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre bugün yaklaşık 250 milyon çocuk insanlık dışı koşullarda çalışmaktadır; bunların üçte ikisi Asya’dadır. 5 ile 14 yaş arasında bulunan çocuk işçilerin 120 milyonu tam gün, ağır işlerde çalışmaktadır. Yalnızca Asya’da değil, Afrika ve Latin Amerika’da da aynı tablo hüküm sürmektedir. Kapitalist sistemin en temel gerçeği budur: ucuz işçilik, kârın kaynağıdır. Bu çocukların yüzde 70’i tarım alanlarında ömür tüketmektedir. Onlar için sabah güneş doğmadan başlar, akşam karanlığına kadar bitmek bilmeyen bir yorgunlukla sürer. Aileleri, yoksulluğun pençesinde, çocuklarını bir “yatırım aracı” gibi görmeye zorlanır. Uluslararası Çocuk İşçiliği Programı (IPEC) verilerine göre çalışan çocukların üçte ikisi erkek; ancak kız çocuklarının yaşadığı sömürü ve taciz, istatistiklerin bile ötesindedir. ILO’nun araştırmalarına göre çocuklar yalnızca tarımda değil; seks ticaretinde, uyuşturucu trafiğinde, dilencilikte, hatta silahlı çatışmalarda bile kullanılmaktadır. Yani kapitalist düzen, çocuk bedenini yalnızca üretim değil, suç ekonomisinin de bir parçası haline getirmiştir. UNICEF verileri tabloyu daha da karanlık hale getiriyor: 2-14 yaş aralığındaki her 10 çocuktan 6’sı bakıcılarının fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Dünya genelinde çocukların yüzde 90’ı aileleri tarafından fiziksel cezaya uğruyor. Her yıl 57 bin çocuk, yalnızca şiddet nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu çocukların 2 milyonu seks endüstrisinin elinde esir; 40 milyonu her yıl tacize uğruyor. Türkiye’de tablo farklı değil. Tarımdan sanayiye, tekstilden hizmet sektörüne kadar yaklaşık bir milyon çocuk işçi çalıştırılıyor. İSİG Meclisi verilerine göre 2013-2023 arasında en az 671 çocuk, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yüz binlerce MESEM’li (Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi) çocuk, devlet eliyle ucuz işgücü olarak fabrikalara, atölyelere gönderiliyor. “Eğitim” adı altında yürütülen bu programlar, patronların çıkarına hizmet eden yasal kılıflardan başka bir şey değildir. 2023-2024 eğitim döneminde en az 9 MESEM’li çocuk, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Onlar iş güvenliği olmadan, gözetmensiz, sağlıksız koşullarda çalıştırılıyorlar. Patronlar için rakam, bizler için birer isimdi bu çocuklar. Kapitalizmin küresel vahşeti, emperyalist efendilerin 2025 yılına kadar çocuk işçiliğini bitirme vaatlerini de anlamsızlaştırmaktadır. 2015’te kabul edilen “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nde çocuk emeğinin 2025’e kadar ortadan kaldırılacağı yazıyordu. Ama bu sözler, suya yazılmış sözlerdi. Çünkü kapitalist asalaklar ucuz işçiliğin kaynağından, yani çocuk emeğinden, kendi rızalarıyla vazgeçmezler. Dünyada 73 milyon çocuk tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. Kapitalistler, bu çocukların emeklerinden doğan artı değeri her yıl daha fazla sömürüyor. Ve Türkiye’de de bu sömürü çarkı durmaksızın dönüyor.

Kapitalizmin kökleri, insan emeğinin metalaştırılmasında yatar. Feodalizmin çözülmesiyle birlikte toprağından koparılan köylüler, üretim araçlarına sahip olmayan “özgür işçiler” haline getirildi. Bu “özgürlük”, onların kendi emek güçlerini satmaktan başka çarelerinin kalmaması anlamına geliyordu. Ve işte tam bu tarihsel eşikte, sermaye birikiminin ilk taşı, çocukların kanıyla döşenmeye başlandı. Sanayi Devrimi ile birlikte çocuk emeği artık tesadüfi bir durum değil, sistematik bir üretim biçimi haline geldi. 18. ve 19. yüzyıl İngiltere’sinde, tekstil fabrikaları sabahın dördünde kapılarını açıyor, on yaşındaki çocuklar karanlıkta üretim bandının başına geçiyordu. Günde 14-16 saat süren çalışma koşullarında, çocukların parmakları makinelerin arasında kopuyor, ciğerleri kömür tozuyla doluyordu. Kapitalist sınıf için bu çocuklar “ucuz, itaatkâr ve dayanıklı” iş gücüydü. İngiltere’de 1833 tarihli ilk “Fabrika Yasası” çıkarıldığında bile, 9 yaşındaki çocukların çalışması yasaldı. “Çalışma süresi” yalnızca 12 saatle sınırlandırılmıştı! Yani sermaye düzeni, çocuk emeğini bir hak olarak yasallaştırmıştı. Bu yasanın arkasında, işçi sınıfının öfkesini yatıştırmak isteyen İngiliz burjuvazisinin iki yüzlülüğü yatıyordu. Marx ve Engels, bu dönemde çocuk emeğini kapitalist sömürünün en çıplak biçimi olarak teşhir ettiler. Kapital’de Marx “Fabrika sistemi, çocuk bedeninin sermaye birikimi uğruna harap edilmesidir.” derken; Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda çocukların sabahın köründe fabrikaya götürülüp akşam ceset gibi eve dönmelerini anlatıyordu. Bu teşhir, yalnızca ahlaki bir öfke değil; sınıf mücadelesinin bilincine çağrıydı. Kapitalist üretim biçimi, çocuk emeğini yalnızca “yardımcı iş gücü” olarak değil, artı değerin doğrudan kaynağı olarak örgütledi. Çocuk emeği sayesinde üretim maliyetleri düştü, patronlar daha fazla kâr elde etti, ve böylece sömürü zinciri derinleşti. Her yeni icat, her yeni makine, insanı özgürleştirmek yerine, çocukların minik ellerine daha ağır yükler bindirdi. 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da yükselen işçi sınıfı hareketi, bu kanlı döngüyü kırmaya başladı. Grevler, ayaklanmalar, sosyalist örgütlenmeler çocuk emeğine karşı da mücadele yürüttü. 1848 Devrimleri, Paris Komünü, II. Enternasyonal — hepsi, çocukların özgürlüğünü işçi sınıfının kurtuluşuyla birleştirdi. Çünkü Marksizm’e göre, çocuk emeği ancak özel mülkiyetin kaldırılmasıyla, üretim araçlarının toplumsallaşmasıyla, yani sosyalizmin zaferiyle ortadan kalkabilirdi. Sosyalist ülkelerde bunun pratik karşılığı da doğdu. Sovyetler Birliği’nde, Ekim Devrimi’nden sonra çocuk emeği yasaklandı; çocuklar üretim araçlarının kölesi değil, eğitimin, kültürün, bilimin öznesi haline getirildi. Halk için üretim yapılan bir düzende, çocuk emeğine ihtiyaç yoktu. Çünkü üretimin amacı kâr değil, insanın gelişimiydi. Bugün kapitalistler, “çocuk işçiliğini bitirme” sözü verirken bile, bu düzeni ayakta tutan artı-değer sömürüsüne dokunmazlar. Oysa çocuk emeği, kapitalizmin semptomu değil, özüdür. Sistemin temeli, emeğin sömürüsüne dayanır; çocuk emeği de bunun en çirkin, en çıplak biçimidir.

Bugün Türkiye’de çocuk emeği, yalnızca ekonomik bir sorun değil, doğrudan sınıfsal bir sömürü biçimidir. Kapitalist düzen, yoksulluğu üretip sonra o yoksulluğu kendi çıkarına kullanır. Ailesi işsiz bırakılan, köyü sermaye tarafından tarumar edilen emekçi çocuk, hayatta kalmak için fabrikaya, tarlaya, atölyeye itilir. Devletin sosyal politikaları bu çocukları korumaz, tersine, sermayenin önüne “ucuz iş gücü” olarak sürer. Türkiye’de resmi rakamlarla 1 milyona yakın çocuk çalışıyor — ama gerçekte bu sayı çok daha yüksek. Tarımda, inşaatta, sanayide, tekstilde, tamircide, madenlerde… Üstelik bu çocukların büyük bölümü “çırak”, “stajyer”, “öğrenci” kisvesi altında kayıt dışı çalıştırılıyor. Onların emeği, “mesleki eğitim” adı altında sistemleştiriliyor. Devletin övündüğü MESEM (Mesleki Eğitim Merkezleri) programı, açıkça bir çocuk işçiliği politikasına dönüşmüştür. MEB’in “iş dünyasıyla iş birliği” dediği şey, patronlara çocuk emeği tedarik etmektir. Bu merkezlerdeki çocuklar haftanın dört günü atölyede, yalnızca bir günü okulda geçiriyor. Çalışma saatleri 8, bazen 12 saate kadar uzuyor. İş kazaları, yaralanmalar, ölümler “kaza” olarak geçiştiriliyor. İSİG Meclisi verilerine göre son on yılda en az 671 çocuk işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Onların her biri, kapitalizmin birer kurbanı; her biri, burjuvazinin kâr hanesine yazılmış bir istatistik. Bu ülkede çocuk emeğinin kaynağı, “yoksulluk” değildir yalnızca — o yoksulluğu üreten sınıf diktatörlüğüdür. Yani sermayenin diktatörlüğü. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu, işsizlikle terbiye edilen bir toplumda, çocuk emeği tesadüf değil, zorunluluktur. Kapitalizm, varlığını sürdürebilmek için sürekli yeni sömürü alanları yaratır; bu sömürünün en acımasız biçimi çocuk bedeninde vücut bulur. Bugün “çocuk işçiliğiyle mücadele” adı altında yürütülen kampanyalar, bu gerçeği gizler. Çünkü sermayeye dokunmazlar. Sermayeye dokunmadan çocuk emeğini bitirmek, bir yangını benzine su katmadan söndürmeye çalışmaktır. Sendikalar, ilerici örgütler ve devrimci yapılar, bu düzenin gerçek yüzünü ifşa etmedikçe, çocuk emeği devam edecektir. Çünkü kapitalizmin doğasında çocuk emeği vardır. Kapitalizm, geleceği çocukların ellerinden çalarak büyür. Ve bu topraklarda da tablo acıdır. Urfa’da, Adana’da, Antep’te mevsimlik tarım işçisi çocuklar pamuk tarlalarında, fıstık bahçelerinde, sıcak asfaltın altında gün boyu çalışıyor. İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da sanayi sitelerinde, atölyelerde, dökümhanelerde 13 yaşında çocuklar makinelerin gölgesinde büyüyor. Onlar için çocukluk, yalnızca bir fotoğraf kadrajında kalmış bir kelimedir. Bugün bu ülkede çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak, yalnızca insani bir görev değil, devrimci bir sorumluluktur. Çünkü çocuk emeğinin ortadan kalkması, özel mülkiyetin ortadan kalkmasıyla mümkündür. Patronun kârı, çocuğun gözyaşıyla büyür; işçinin özgürlüğü, o gözyaşını silmekle başlar.

Kapitalizm yalnızca çocuk emeğini sömürmekle kalmaz; onu meşrulaştırmak için ideolojik bir çerçeve de kurar. “Aile geliri”, “çıraklık eğitimi”, “mesleki eğitim” ve “kalkınma programları” gibi kavramlar, çocuk işçiliğinin üzerini örtmek için yaratılmış maskelerdir. Türkiye’de MESEM adı altında çocuklar işyerlerine gönderiliyor, “çalışırken öğreniyor” deniyor. Oysa bu çocuklar, işyerinde okulsuz, gözetmensiz ve tehlikeli koşullarda çalıştırılıyor. Patronlar, çocukları ucuz iş gücü olarak kullanıyor; devlet, “yasal düzenleme” kisvesiyle sermayeye göz kırpıyor. Bu uygulama, kapitalist sistemin çocuk emeğini kurumsallaştırma yöntemlerinden yalnızca biridir. BM ve ILO gibi uluslararası kuruluşlar, “çocuk işçiliğini azaltma” hedefleri koysa da, kapitalist piyasa ilişkilerinin kurallarına dokunmazlar. “Etik ticaret” ve “çocuk sömürüsünden arınmış üretim” söylemleri, kapitalizmin kâr hırsını gizleyen propaganda araçlarından başka bir şey değildir. Çünkü çocuk emeği, kapitalist üretim zincirinin vazgeçilmez ucuz iş gücü halkasıdır. Ailelerin yoksulluğu, devletin denetimsizliği ve sermayenin açgözlülüğü birleşince, çocuklar üretim alanına sürülür. Tarımda traktör kasasında, sokakta mendil satarak, sanayide makinelerin başında çalışırlar. Ve bu çocukların çoğu, bedensel ve zihinsel gelişimlerini tamamlayamadan, iş cinayetleri, kazalar ve istismar ile yüzleşir. Türkiye’de resmi verilere göre, çocuk işçilerin:

%34’ü aşırı yorgun,

1/3’üne işyerinde yemek verilmiyor,

%36’sının haftalık izni yok,

Yıllık ücretli izin %89 için yok,

Mesleki eğitim alan çocukların oranı yalnızca %21,7 seviyesinde.

Kapitalist söylem, yoksulluğu ve çocuk emeğini “ekonomik zorunluluk” olarak sunar. Oysa bu, sistemin kendi ürettiği zorunluluktur. Yoksul aileler çocuklarını çalıştırmak zorunda bırakılır; kapitalizm, kendi çarkına kurbanlık malzemesi yaratır. Emperyalist kapitalist sistem, çocuk emeğini yalnızca ekonomik bir araç olarak görmez; aynı zamanda geleceğin iş gücünü biçimlendirmek için bir araç olarak da kullanır. Küreselleşme, çocuk işçiliğini dünyanın her köşesine yaymış, sömürü standartlarını evrensel bir norm haline getirmiştir. Kapitalist ideoloji, çocuk emeğini maskelemek için ahlaki ve kültürel söylemler üretir:

“Çocuk çalışarak öğreniyor.”

“Aileye katkı sağlıyor.”

“Ülkenin kalkınmasına destek oluyor.”

Oysa bunların hepsi çocuğun yaşam hakkını, eğitim hakkını ve oyun hakkını gasp eden yalanlardır. Gerçek, şudur: Kapitalizm, çocuk emeği sayesinde artan artı-değer ve kâr elde eder. Çocuğun bedeni, kapitalizmin bir malzemesi haline gelir. Sosyalist bakış açısı, çocuk emeğini yalnızca bireysel bir hak ihlali olarak görmez. Çocuk işçiliği, sistem sorunudur; kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucudur. Çocukların sömürüsünü ortadan kaldırmak, yalnızca yasal düzenlemelerle değil, kamusal mülkiyete dayalı, planlı bir ekonomi ile mümkündür.

Çocuk emeği, kapitalist sistemin doğal sonucu olarak varlığını sürdürür. Onu ortadan kaldırmanın yolu, yalnızca yasaları sıkılaştırmak veya kampanyalar düzenlemek değildir. Sorunun kökü, özel mülkiyete dayalı, kâr odaklı üretim ilişkilerindedir. Sosyalist perspektif, çocuk işçiliğini sistem sorunu olarak ele alır. Çocuk emeğinin ortadan kalkması, üretimin amacı kâr değil, insanın gelişimi haline geldiğinde mümkündür. Sovyetler Birliği deneyimi bunun somut örneğini verir: 1917 Ekim Devrimi’nden sonra çocuk işçiliği yasaklandı; zorunlu eğitim getirildi; çocukların beslenmesi, barınması, güvenliği devlet tarafından garanti altına alındı. Bugün Türkiye’de ve dünyada çocuk işçiliğini köklü biçimde sona erdirmenin yolları şunlardır:

Kamusal mülkiyete dayalı ve planlı bir ekonomi: Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, kâr odaklı sömürüyü ortadan kaldırır. Çocuk emeği, bu düzende gereksiz hale gelir.

Eğitim ve üretimin entegrasyonu: Politeknik eğitim modeli, çalışmayı bir öğrenme süreci haline getirir; çocuklar eğitimle birlikte üretime katılır, ama geçim kaynağı olarak değil. Temel ihtiyaçlar (beslenme, barınma, sağlık) devlet tarafından karşılanır.

Çocuk işçilerin örgütlenmesi ve korunması: Çocuklar çalışmak zorunda bırakıldığı koşullarda dahi örgütlenmeli; bedensel ve zihinsel sağlıkları korunmalı; akranlarıyla sosyalleşebilmeli; bilimsel, kültürel ve fiziksel olarak gelişme olanaklarına sahip olmalıdır.

Sınıfsal bilinç ve mücadele: Çocuk emeğine karşı mücadele, yalnızca çocuklar için değil, tüm işçi sınıfı için bir direniştir. Sermayeye karşı, yoksulluk ve sömürüye karşı mücadele edilmedikçe çocuk emeği devam eder.

Toplumsal farkındalık ve ajitasyon: Çocuk emeğinin görünür kılınması, kapitalist ideolojiye karşı halkın bilgilendirilmesi gereklidir. “Çocuk çalışarak öğreniyor” veya “aileye katkı sağlıyor” gibi yalanların ifşa edilmesi şarttır.

Bugün dünyada 250 milyon çocuk, kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakılıyor; Türkiye’de 1 milyon civarında çocuk fabrikalarda, tarlalarda, atölyelerde emek harcıyor. Onların her biri kapitalist kâr çarkının bir dişlisidir. Ancak sosyalizm, bu çarkı tersine çevirmenin yolunu gösterir. Çocuklar eğitim alır, güvenlik ve beslenme hakkına kavuşur; üretim onların gelişimini destekler, sömürüsünü değil. Sonuç olarak: Çocuk emeği, kapitalist sömürünün en çıplak biçimidir. Onu ortadan kaldırmak için gereken tek şey, sosyalist bir bakışla üretim ilişkilerini dönüştürmek, çocukları eğitim ve gelişim odaklı bir sistemin öznesi haline getirmektir. Bu, yalnızca bir hedef değil; insanlığın kendi geleceğini savunma mücadelesidir.