Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

GENÇLİK

İnsanlık, kapitalist çağın en çelişkili evresinde, üretim güçlerinin muazzam gelişimiyle birlikte derin bir toplumsal çürümenin pençesinde kıvranıyor. Teknolojinin ışıkları gökyüzünü aydınlatırken, bu ışıkların altında milyonlarca insanın karanlıkta kaldığı bir dünya şekillendi. Bu dünyanın efendileri, sermaye sahipleri, üretici güçleri kendilerinden başka kimsenin yararına olmayacak biçimde örgütlendiler; bilimin, tekniğin ve kültürün bütün kazanımlarını sömürünün rafine biçimlerine dönüştürdüler. Fakat tarihin diyalektiği gösteriyor ki her sistem kendi mezar kazıcılarını yaratır. Bugün, geleceğin taşıyıcısı olan genç kuşaklar ve onların bağrından çıkacak devrimci sınıf, çürümüş kapitalist düzenin kabuğunu çatlatacak potansiyele sahiptir. Kapitalizm artık yalnızca ekonomik bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda ruhları felç eden bir ideolojik mekanizmadır. Kitlelerin bilincine sızan bu mekanizma, bireysel kurtuluşun mümkün olduğu yalanını yayarak insanı insanlıktan koparır. Gençlik bu yalanın hedefindedir; çünkü gençlik, geleceği değiştirme kudretini içinde taşıyan enerjidir. Sermaye bu enerjiyi kendi çıkarına yönlendirmek, onu hedefsiz, kaygılı, rekabetçi ve yalnız bireylere dönüştürmek için bütün ideolojik aygıtlarını seferber etmiştir. Modern dünyanın parıltılı vitrinlerinde sunulan sahte özgürlük, gerçekte zincirlerin görünmez hâle getirilmesinden başka bir şey değildir. Kapitalizm bireyi özgürleştirmedi, onu metalaştırdı; sevgiyi, emeği, zamanı, hatta düşleri bile değişim değerine bağladı. Genç kuşaklara öğretilen “başarı” fikri, insanın insanla olan ilişkisini piyasanın yasalarına tâbi kılan bir kölelik biçimidir. Bu yüzden kapitalizm altında “gelecek” kelimesi bile bir aldatmacaya dönüştü. Oysa insanlık, Prometheus’un ateşini taşıyan gerçek bilimin, yani tarihsel materyalizmin ışığıyla bu karanlığı yarabilir. Marksizm, insanlığın kendini kurtarabilmesi için bilimin devrimci özünü toplumsal pratiğe dönüştürmüştür. Bu düşünce, yalnızca bir teori değil, aynı zamanda insanın kendi tarihini bilinçli biçimde kurma iradesidir. Bugün gençliğe düşen görev, çürümüş düzenin ideolojik sisini dağıtmak, gerçek özgürlüğün bireysel değil toplumsal kurtuluşta yattığını kavramaktır. Kapitalizm, bireyi kendi emeğine yabancılaştırarak onu parçalar. İnsan, üretim sürecinde kendi yaratıcı gücünün nesnesi karşısında yabancılaşır, sonra bu yabancılaşmayı hayatın bütün alanlarına taşır. Bu nedenle kapitalizm yalnızca ekonomik değil, varoluşsal bir tutsaklık sistemidir. Genç insanın mutsuzluğu, işsizlik oranlarından ya da yoksulluktan ibaret değildir; asıl yoksulluk, anlam yoksulluğudur. Burjuva ideolojisi bu boşluğu sahte umutlarla doldurur: kariyer, statü, kişisel gelişim, rekabet, marka kimliği. Oysa bu sahte kimlikler, insanın toplumsal doğasından kopuşunun maskeleridir. Marx’ın işaret ettiği gibi, insan ancak toplumsal bir varlık olarak kendini gerçekleştirebilir. O halde gerçek bireysellik, ancak kolektif kurtuluşun içindedir. Bugünün gençliği, bu gerçeği kavramadığı sürece, kendini özgür sandığı her adımda daha derin bir esarete sürüklenir. Kapitalist toplumun eğitim sistemi bile, bu ideolojik zincirin en önemli halkalarındandır. Üniversiteler bilgi üretiminin değil, sermaye için nitelikli emek üretiminin merkezleridir. Bilim tarafsız değildir; kapitalizmin altında, bilim burjuvazinin hizmetindedir. Her yeni buluş, insanı özgürleştirmek yerine onun denetlenmesi, gözetlenmesi, daha fazla sömürülmesi için kullanılır. Bilim, gerçek anlamını ancak sınıfsız toplumda bulacaktır; çünkü ancak o zaman bilgi, kâr için değil, insanlık için üretilecektir. Bu nedenle gençliğin bilime sahip çıkması, onu kapitalist prangalardan kurtarmakla mümkündür. Kapitalizm, gençliği iki uç arasında parçalar: bir yanda üretimden dışlanmış, işsiz, umutsuz kitleler; diğer yanda sistemin geçici ödülleriyle avutulan sözde ayrıcalıklı azınlık. Oysa her iki kesim de aynı çarkın dişlisidir. İşsizlik, gençliğin bir kısmını sessizliğe mahkûm ederken, diğer kısmı “kariyer” adı altında kendi zincirini gönüllü biçimde taşır. Genç insan, emeğini satarak yaşadığı sürece, özgür değildir; yalnızca sömürünün farklı biçimlerinde var olur. Kapitalizmin vaat ettiği bireysel kurtuluş, gerçekte yalnızlığa ve rekabete mahkûm bir hayatta kalma oyunudur. Bu düzenin dayattığı yaşam tarzı, dayanışmayı, paylaşımı, dostluğu bile tahrip eder. Toplumsal bağların çözülmesi, egemenlerin bilinçli politikasıdır; çünkü dayanışma bilinci filizlendiğinde, devrim potansiyeli de doğar. O yüzden sistem, gençliği apolitik, bireyci, tüketimle sarhoş olmuş bir yığına çevirmeye çalışır. Ancak tarihin yasaları, bu çabanın beyhudeliğini gösterir. Her çürüme dönemi, yeni bir dirilişin habercisidir. Kapitalizmin bugünkü krizi, yalnızca ekonomik göstergelerle değil, toplumsal ve ahlaki çöküşle de belirgindir. İnsanlığın vicdanı, bu düzene sığmaz. Gençlik, tarih boyunca her büyük dönüşümün öncüsü olmuştur; çünkü gençlik, gelecek düşüncesinin canlı hâlidir. Fakat bu düşünce kendiliğinden devrimci değildir; onu devrimci kılan, sınıfsal bilinçtir. Gençlik, kendi enerjisini bilimsel sosyalist bir hedefle birleştirmediği sürece, kolayca düzenin manipülasyonuna teslim olur. Bu nedenle devrimci bilinç, yalnızca öfkenin değil, bilincin de örgütlenmesidir. Tarihin ilerleyişi, nesnel koşulların olgunlaşmasıyla birlikte öznel gücün, yani örgütlü iradenin birleşmesinden doğar. Kapitalizmin mezar kazıcısı olan sınıf, kendi tarihsel görevini yerine getirebilmek için gençliğin enerjisine, gençlik ise Marksizmin rehberliğine ihtiyaç duyar. Çünkü Marksizm, insanlığın özgürlük arayışını bilimsel bir biçime kavuşturan tek düşüncedir. Bugün dünyanın dört bir yanında genç insanlar, savaşların, krizlerin, adaletsizliklerin ortasında yön arıyorlar. Kimileri nihilizme, kimileri kaçış ideolojilerine sığınıyor. Oysa çözüm, ne bireysel isyanda ne de pasif kabullenişte; çözüm, örgütlü devrimci mücadelede. Gerçek kurtuluş, ancak insanın insan üzerindeki egemenliğine son verildiğinde mümkündür. Kapitalizmin sonu, bir felaketin değil, bir yeniden doğuşun habercisidir. Tarih, karanlık dönemleri sonsuza dek sürdürmez; her çöküş, bir yükselişin tohumlarını taşır. Bugün bu tohum, gençliğin ellerindedir. O tohum, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın filizidir. Onu yeşertecek olan, bilimin ışığıyla birleşmiş devrimci bilinçtir. Marksizmin ateşi, Prometheus’un ateşi gibidir; bir kez yandığında sönmez, çünkü insanlığın kurtuluş iradesiyle beslenir. Bu ateş, sömürüye, baskıya ve eşitsizliğe karşı başkaldırının bilincidir. Gençlik bu bilinci kavradığı anda, tarih yeniden yazılmaya başlanacaktır.

Gençlik denilen toplumsal kesim kendi başına bir sınıf değildir; o, tüm sınıfların içinden geçen bir kesittir ve dolayısıyla kendi kaderi, hangi sınıfa ait olduğuyla belirlenir. Kapitalist toplum, gençliği sanki ortak bir yazgının taşıyıcısıymış gibi sunarak sınıf gerçeğini örter. Oysa işçi sınıfının gençliğiyle burjuva sınıfının gençliği arasında uçurumlar vardır. Zenginlerin çocukları için gençlik, sahip oldukları ayrıcalıkları devralma sürecidir; yoksullar içinse hayatta kalma mücadelesidir. Kapitalizm bu gerçeği gizlemek için “herkesin fırsatlara eşit erişimi” yalanını üretir. Fakat üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan azınlık, yalnızca serveti değil, ideolojik hegemonyayı da elinde tutar. Eğitim kurumlarından medyaya kadar her şey, gençliğe sistemin mantığını benimsetmek üzere örgütlenmiştir. Genç insan, daha çocukluktan itibaren kendi emeğinin efendisi olamayacağı bir düzene razı edilmeye başlar. Ona, başkalarının belirlediği hedefler, başkalarının çizdiği yollar, başkalarının kurduğu bir dünya verilir. Bu nedenle kapitalist gençlik kültürü, bir yabancılaşma kültürüdür. Moda, müzik, spor, teknoloji — hepsi tüketimin ideolojik ritüellerine dönüşmüştür. Gençliğin özgürlük arayışı, piyasaya malzeme olur. İsyan bile metalaşır; asi görüntüler, ticari markaların pazarlama stratejisine indirgenir. Böylece sistem, kendisine karşı doğabilecek öfkeyi dahi kendi içinde soğurur. Fakat bu, çürümenin en açık belirtisidir. Çünkü gerçek özgürlük, mülkiyet ilişkilerinin zincirlerinden kurtulmadıkça var olamaz. Küçük-burjuva ideolojisi, kapitalizmin toplumsal tabanını genişleten en sinsi unsurdur. Bu ideoloji, bir yandan sömürüden şikâyet eder, diğer yandan bireysel kurtuluşun mümkün olduğuna inanır. Onun dünyasında sınıf mücadelesi değil, kişisel azim ve şans konuşur. Bu yanılsama, milyonlarca genç emekçiyi sisteme bağlayan görünmez bir iptir. Küçük-burjuva birey, sürekli olarak burjuva olma hayaliyle yaşar ama her adımda proleterleşir. İşte bu ikili durum, günümüz gençliğinin ideolojik sarsıntısının özüdür. O, ne tam anlamıyla ayrıcalıklıdır ne de bütünüyle yoksuldur; ama her iki dünyanın baskısını da hisseder. Bu yüzden kararsızdır, bu yüzden öfkesi yönsüzdür. Devrimci bilinç bu kararsızlığa son verir; çünkü o, bireysel deneyimlerin ötesine geçip tarihsel yasaların bilincidir. Genç insan, kendi hayatının anlamsızlığını sistemin çelişkilerinden bağımsız sandığı sürece, özgürleşemez. Kapitalizm, insanı yalnızlaştırırken ona “özgürlük” dedi; onu rekabete mahkûm ederken “kendini gerçekleştirme” yalanını sattı. Oysa insan, ancak başkalarıyla birlikte, kolektif bir varlık olarak anlam kazanır. Gerçek özgürlük, bireyin toplumla uyumunu kurmakla mümkündür. Bu uyum, ancak sınıfsız bir toplum düzeninde, yani üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan bir düzende kurulabilir. Marx’ın dediği gibi, komünizm insanla tür arasındaki çatışmanın çözümüdür. Bu, doğayla ve insanla barışın, üretimin yabancılaşmadan kurtuluşunun adıdır. Kapitalizm, insanın bütün yetilerini kâr mantığına göre ezer. Genç kuşaklar, ruhlarının her gün nasıl çalındığını fark etmedikleri sürece, zincirlerini altın sanacaklardır. İşte burjuva ideolojisinin en büyük başarısı budur: zinciri süslemek. Fakat tarih boyunca hiçbir zincir, sonsuza dek süs olarak kalmadı. Çelişki büyür, sömürü derinleşir, umut yeniden doğar. Kapitalizmin bugünkü krizi, ekonomik olmaktan çok varoluşsaldır. Milyonlarca genç, üretimin dışına itilmiş durumda, ama sistem onlara hâlâ tüketime katılmalarını emrediyor. Çalışamayan, ama borçlanmak zorunda kalan bu kuşak, kapitalizmin en trajik ürünüdür. Onun önünde iki yol var: ya umutsuzluğun karanlığına çekilip bireysel çöküşe sürüklenecek ya da tarihsel görevinin bilincine varıp örgütlü mücadeleye katılacak. Gerçek anlamda devrimci bir gençlik, yalnızca öfkesinden değil, bilgisinden doğar. Bilinçsiz öfke sistemin değirmenine su taşır; çünkü yönsüz enerji kolayca manipüle edilir. Bu yüzden Marksizm, gençliğe sadece isyan değil, yön de verir. O yön, insanlığın kurtuluşunun bilimsel yoludur. Genç kuşakların önündeki görev, kapitalizmin “bireysel başarı” mitini parçalamak, yerine dayanışma, ortak üretim ve özgür insan emeğine dayalı bir yaşam anlayışını koymaktır. Küçük-burjuva ideolojisinin sinsi biçimleri —kariyerizm, rekabet tapıncı, kişisel markalaşma— gençliğin ruhunu çürütür. Gerçek bireysellik, ancak bu ideolojik zehirden arınmakla mümkündür. Genç insan, kendini yeniden yaratmalıdır; ama bunu tek başına değil, sınıf kardeşleriyle birlikte, mücadele içinde yapmalıdır. Çünkü insan, eylem içinde kendini tanır; dünyayı değiştirmeye giriştiğinde kendini de değiştirir. Devrimci bilinç, işte bu karşılıklı dönüşüm sürecinin bilincidir. Gençliğin enerjisi, Marksizmin bilimiyle buluştuğunda tarihin çarkı yeniden dönmeye başlar. O zaman bireycilik değil kolektivizm, rekabet değil dayanışma, umutsuzluk değil tarihsel iyimserlik hâkim olur. Tarihsel iyimserlik, boş bir duygusallık değil, diyalektik bir zorunluluktur. Çünkü sömürüye dayalı hiçbir sistem ebedî olamaz. İnsanlığın gelişimi, eşitsizliklerin aşılması yönünde ilerler. Bugün kapitalizmin karanlığı derinleşmiş olabilir, fakat bu, yeni bir şafak vaktinin yaklaşmakta olduğunun da göstergesidir. Marksizmin ateşi, bu şafağın işaretidir. Gençlik o ateşi taşıdığı sürece, hiçbir karanlık sonsuza dek süremez.

Kapitalist toplumda eğitim, özgür düşüncenin değil, üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin aracıdır. Gençliğe bilgi değil itaat öğretilir, düşünme değil ezber, sorgulama değil uyum aşılanır. Üniversiteler, özgür bilimin değil, sermayenin ideolojik kışlalarıdır. Her disiplin, gerçekte burjuva egemenliğini meşrulaştıracak biçimde biçimlendirilir; ekonomi, sınıf sömürüsünü doğal bir süreç gibi öğretir, siyaset bilimi, egemenlerin iktidarını rasyonelleştirir, psikoloji, bireyi sistemin suçunu kendi içine yöneltecek şekilde yeniden inşa eder. Bilim, insanın kurtuluş aracı olmaktan çıkarılıp kapitalist kâr makinesinin bir dişlisine dönüştürülmüştür. Genç insan, bilgiye ulaşırken bile zincirlenir; çünkü öğrendiği her kavram, sistemin sınırları içinde biçimlenmiştir. Oysa bilimin özü, dogmanın yıkımıdır; gerçek bilim, düzenin hizmetinde değil, gerçeğin yanında olmalıdır. Kapitalizmin bilim anlayışıyla özgürlük arasına bir uçurum girmiştir. Bu uçurum, gençliği, ya sistemin teknokrat köleleri ya da işsiz entelektüeller ordusu haline getirir. Genç beyinlerin emeği, ya doğrudan sermayenin kârına hizmet eder ya da üretimden dışlanarak atıl bırakılır. Her iki durumda da gençlik, sermayenin kontrolünde tutulur. Bilimin içeriği kadar, eğitimin biçimi de bu amaca hizmet eder. Burjuva üniversitesi, rekabetin laboratuvarıdır; orada dayanışma değil bireysel başarı kutsanır, bilgi paylaşımı değil kariyer hırsı teşvik edilir. Öğrenci, kendini geliştirdiğini sanarken, aslında kapitalist değerlerin kalıbına dökülür. Diplomalar, özgürlüğün değil, ücretli köleliğin belgeleridir. Çünkü eğitim, üretim ilişkilerinden bağımsız değildir; sermayenin ihtiyaç duyduğu emek gücünü biçimlendirir. Kapitalist sistemde bilgi, birikim, hatta yaratıcılık bile metadır. Yani her düşünce, her yenilik, her bilimsel çaba sonunda kâra çevrilebilir olmalıdır. Bu yüzden, bilimin toplumsal işlevi kapitalizmin doğasıyla çelişir. Gerçek anlamda özgür bir bilim, ancak sınıfsız toplumun bağrında gelişebilir; çünkü orada bilginin amacı egemenlik değil, insanın gelişimidir. Bugün gençliğin önünde duran görev, bilimi burjuva hegemonyasından kurtarmak, onu devrimci bir içeriğe kavuşturmaktır. Bu yalnızca teorik bir görev değil, pratik bir mücadeledir. Bilgi üretiminin, sermaye denetiminden kurtarılması, ancak üretim araçlarının ortak mülkiyetine geçilmesiyle mümkündür. İşte bu yüzden, gerçek bir aydınlanma ancak devrimle mümkündür. Devrim, yalnızca politik iktidarın değil, bilincin de dönüşümüdür. Gençliğin özgürleşmesi, üniversitenin dört duvarını yıkmakla başlar; çünkü o duvarlar, görünmez sınıf sınırlarıyla örülüdür. Üniversitelerdeki eşitsizlik, toplumdaki sınıf ayrımlarının minyatürüdür. Sermaye sahibi ailelerin çocukları kolayca “başarılı” olurken, işçi çocukları sistemin kapısında elenir. Bu adaletsizlik, bireysel yetenek farkı değil, toplumsal yapı farkıdır. Bu nedenle eğitimde adalet, kapitalist sistem içinde mümkün değildir; çünkü adaletsizlik, bu sistemin bizzat temelidir. Gençliğin politikleşmesi, bu gerçeği kavramakla başlar. Üniversite, kapitalist toplumun vitrini değil, onun mikrokozmosudur. Oradaki mücadele, sınıf mücadelesinin bir yansımasıdır. Öğrenci gençlik, bu bilinci kazandığında kendi geleceğini yalnızca kişisel bir mesele olarak değil, toplumsal bir sorun olarak görür. Böylece bireysel başarı hedefi yerini kolektif kurtuluş idealine bırakır. Bu dönüşüm, örgütlü mücadeleyle mümkündür; çünkü dağınık öfke, sistemin duvarlarını sarsamaz. Tarih göstermiştir ki, gençlik ancak örgütlendiğinde devrimci bir güç haline gelir. Örgüt, yalnızca disiplin değil, bilinçtir; yalnızca birlik değil, yön duygusudur. Gençliğin örgütsüz enerjisi, kapitalizmin manipülasyonuna açık kalır; ancak devrimci teoriyle birleştiğinde tarihsel bir kudrete dönüşür. Bu yüzden, gençlik hareketinin asıl görevi, sınıfsal perspektifle donanmak ve kendi mücadelesini işçi sınıfının mücadelesiyle birleştirmektir. Çünkü gençlik, ancak işçi sınıfının yanında durduğunda tarihsel bir anlam kazanır. Bu bağ, duygusal değil, bilimsel bir zorunluluktur. Sınıf mücadelesi, insanlığın evriminde itici güçtür; gençlik bu güçle birleştiğinde kendi enerjisini tarihe dönüştürür. Bugün, dünyanın dört yanında yükselen gençlik hareketleri —iklim adaleti, savaş karşıtlığı, eşitsizlik isyanları— sistemin çelişkilerinin yansımalarıdır. Fakat bunlar, bilinçli bir sınıf yönelimi kazanmadıkça, geçici patlamalar olarak kalır. Kapitalizm, bu tür hareketleri hızla soğurur, nötralize eder. Oysa Marksizm, bu hareketlere tarihsel yön verir; onları spontane öfke olmaktan çıkarıp devrimci programa dönüştürür. Gençlik, ancak bu programın içinde kalıcı bir rol oynayabilir. Kapitalizmin bütün kurumları çürüdükçe, gençliğin yeniden doğuşu devrimle mümkündür. Çünkü devrim, bir kuşağın değil, insanlığın kurtuluş eylemidir. O eylem, bilimin toplumsallaşması, emeğin özgürleşmesi, doğanın sömürülmekten kurtarılması demektir. Gençlik, bu devrimci ufka sahip çıktığında, kendini bulacaktır. Bilim, sanat, düşünce ancak özgür insanın ellerinde yeniden anlam kazanacaktır. Kapitalist üniversitenin zincirleri kırıldığında, bilgi artık kârın değil insanlığın malı olacaktır. Ve o gün geldiğinde, gençlik yalnızca tarih okuyan değil, tarihi yazan güç olacaktır.

Tarih, gençliğin örgütlü olduğunda nelere kadir olduğunu defalarca kanıtladı. Ne var ki tarih, aynı zamanda örgütsüz gençliğin ne kadar kolay soğurulabildiğinin de aynasıdır. Gençliğin devrimci enerjisi kendiliğinden bir güç değildir; o, bilinçle yoğrulmadıkça ve örgütle biçimlenmedikçe tarihin akışını değiştiremez. Devrimci teori, bu enerjiyi yönlendiren pusuladır; örgüt ise onu tarihsel eyleme dönüştüren araçtır. Kapitalist düzen gençliği her zaman bireysel kahramanlık, spontane öfke, anarşik tepki biçimlerinde hapsetmek istemiştir; çünkü örgütlü bir gençlik, sistemin en büyük korkusudur. Yalnız başına öfke, düzenin tahammül edebileceği bir sarsıntıdır; fakat bilinçli öfke, yani sınıf bilincine kavuşmuş örgütlü gençlik, devrimin öncü kıvılcımıdır. Bu nedenle egemen sınıflar, bir yandan gençliği sahte kahramanlık mitleriyle oyalarken, diğer yandan kolektif örgütlenmeyi itibarsızlaştırır. Bireysel isyanı yüceltir, çünkü örgütlü isyanı yok edemez. Fakat devrim tarihi bize şunu gösterir: kahramanlık, bireyin yalıtık cesaretinde değil, kolektif iradenin bilincinde yatar. Paris Komünü’nün barikatlarında, Ekim Devrimi’nin fabrikalarında, savaşın ve işkencenin ortasında can veren genç devrimciler, bireysel kahramanlıklarıyla değil, örgütlü mücadeleye adanmış bilinçleriyle ölümsüzleştiler. Onların cesareti, kişisel bir öfkenin değil, tarihsel bir bilincin ürünüdür. Burjuvazi, bu bilinci yok etmek için onların anılarını bile metalaştırdı; devrimci figürleri kutsal ikonlara, tişört desenlerine, pazarlanabilir sembollere dönüştürdü. Onları dondurdu, cansızlaştırdı, tehlikesiz hâle getirdi. Devrimci kişiliklerin mücadelesini ölü bir kült haline getirmek, devrimin ruhunu öldürmenin en kurnaz yoludur. Marksizm, bu kişilik tapıncına karşıdır; çünkü tarih, bireylerin değil sınıfların mücadele tarihidir. Hiçbir devrim tek bir insanın dehasıyla, hiçbir özgürlük mücadelesi bir kahramanın fedakârlığıyla kazanılmadı. Devrim, milyonların ortak eylemidir; ve işte bu ortaklığın en dinamik, en atılgan gücü gençliktir. Gençlik, devrimci örgütün damarlarında dolaşan taze kandır. Onun dinamizmi, deneyimli kuşakların birikimiyle birleştiğinde tarihsel süreklilik sağlanır. Gençliğin rolü, kendini bir kuşak isyanı olarak değil, sınıf mücadelesinin canlı bir bileşeni olarak tanımlamak olmalıdır. Bu bağlamda örgüt, gençliği eğiten, disipline eden, bilinçlendiren bir okul işlevi görür. Genç devrimci, örgüt içinde kendi benliğini yeniden kurar; küçük-burjuva bireyciliğin tortularından arınır, kolektif aklın parçası haline gelir. Bu dönüşüm, zordur ama gereklidir; çünkü devrim, yalnızca sistemi değil, insanı da değiştirir. Örgütlenme, yalnızca taktik bir mesele değil, ideolojik bir zorunluluktur. Kapitalizmin bireyci mantığına karşı, kolektivizmin pratiğiyle yanıt vermek devrimci olmanın ilk koşuludur. Bu yüzden devrimci örgüt, hem bilinç hem yaşam biçimidir. O, yalnızca politik bir aygıt değil, yeni toplumun nüvesidir. Burjuva dünyasında insan, kendi çıkarı için hareket eder; devrimci örgütte insan, kolektif çıkarın bilinciyle eyleme geçer. İşte gençlik için asıl dönüşüm burada başlar. O, artık sistemin kalıplarına sığmayan bir bilinç haline gelir. Fakat bu bilinci kalıcı kılmak sabır, eğitim ve disiplin ister. Gençliğin doğasında bulunan ataklık, sabırsızlık ve duygusallık, doğru biçimde yönlendirilmezse kolayca tükenir. Tarih, romantik ama örgütsüz isyanların nasıl boşa çıktığını defalarca gösterdi. Bugün de aynı tehlike geçerlidir. Kapitalizm, gençliğin enerjisini denetimsiz bırakmaz; ya tüketimle uyuşturur ya da sisteme zararsız biçimlerde yönlendirir. Bu nedenle gençliğin radikal potansiyeli, ancak Marksist teoriyle birleştiğinde devrimci bir güç haline gelir. Bu birleşme, yalnızca bir fikir değil, bir tarih bilincidir. Her genç devrimci, geçmişin mücadelelerinden öğrenmeli, onların deneyimini kendi pratiğine aktarmalıdır. Devrim, yalnızca öfke değil, süreklilik ister. Bu sürekliliğin güvencesi, örgütlü bilinçtir. Marksizm’in öğrettiği gibi, sınıf mücadelesinde tesadüf yoktur; her zaferin ardında örgütlü irade, her yenilginin ardında dağınıklık yatar. Kapitalizm, örgütsüz kitlelerin yorgunluğuna dayanır; devrim ise örgütlü gençliğin kararlılığıyla doğar. Bugün dünyada, her yerde, farklı biçimlerde ama aynı özle, gençliğin ayağa kalktığını görüyoruz. Kimisi iklim için, kimisi savaşlara, ırkçılığa, eşitsizliğe karşı sokağa çıkıyor. Bu isyanlar, kapitalizmin krizinin yankılarıdır. Fakat onlar, devrimci bir yön kazanmadıkça, tarihsel bir sonuç yaratamazlar. Bu yüzden, gençlik hareketlerinin önünde duran en temel görev, ideolojik netliktir. Yalnızca neye karşı değil, ne için mücadele ettiğini bilmek. Marksizm, bu netliğin tek garantisidir; çünkü o, tarihin yasalarını bilimsel biçimde kavrar ve eylemi bu bilgiye dayandırır. Gençlik, Marksizmin ışığında kendi tarihsel görevini tanıdığında, artık umutsuzluğun değil, devrimin kuşağı olur. O zaman gençlik, yalnızca bir yaş aralığı değil, bir bilinç düzeyidir; tarihin gençliğidir.

Tarihin akışı, bütün karanlık dönemlere rağmen, insanlığın özgürleşme yönünde ilerlediğini kanıtlar. Her yenilgi, ilerlemenin bir basamağıdır; her geri çekiliş, daha güçlü bir sıçramanın önsözüdür. Bugün dünya, kapitalizmin son büyük buhranının eşiğindedir. Savaşlar, yoksulluk, doğa tahribatı, ruhsal çöküş — bunlar çürümenin belirtileridir. Sermaye artık yalnızca emek gücünü değil, gezegenin kendisini de tüketiyor. Ancak bu tüketim aynı zamanda kendi sonunun hazırlığıdır; çünkü üretim güçleri kapitalist kabuğu parçalayacak olgunluğa ulaşmıştır. Tarihsel iyimserlik, boş bir temenni değil, bu nesnel çelişkinin bilincidir. Marksizm, insanın kaderine teslim olmadığını, tarihi bilerek dönüştürebileceğini öğretir. Bugün gençliğin önündeki en büyük görev, bu bilinci yeniden kuşanmak, umudu yeniden maddi bir güç haline getirmektir. Gerçek umut, soyut bir duyguda değil, eylemin bilincindedir. Devrimci iyimserlik, her koşulda geleceğin kazanılacağına dair kör bir inanç değil, tarihin zorunluluklarını bilmekten doğan kararlılıktır. Çünkü tarih, sömürüye ve eşitsizliğe dayalı hiçbir düzeni ebedi kılmamıştır. Her sistem, kendi iç çelişkilerinden doğan yeni bir topluma gebedir. Kapitalizmin bugünkü teknolojik ihtişamı, aynı zamanda onun mezar taşıdır; çünkü insan emeğini gereksizleştirdikçe, kendi varlık koşulunu ortadan kaldırır. İnsanlık, üretici güçlerin bu düzeyinde artık sınıfların, devletlerin, savaşların dünyasını taşımaya mecbur değildir. Yeni toplumun olanakları çoktan doğmuştur; onu gerçeğe dönüştürecek olan yalnızca bilinçtir. Bu bilinç, devrimci örgütlenmede vücut bulur. İşte bu nedenle gençlik, yalnızca bugünün değil, yarının kurucusudur. Onun ellerinde, insanlığın yeni çağının tohumları vardır. Fakat bu tohumlar, korkak ellerde değil, cesur bilinçlerde yeşerir. Cesaret, yalnızca ölüme meydan okumak değil, hayatı değiştirme sorumluluğunu üstlenmektir. Devrimci olmak, umutsuzluğu reddetmektir; çünkü umutsuzluk, egemenlerin ideolojisidir. Onlar, dünyanın değişmeyeceğini söyleyerek iktidarlarını sürdürürler. Fakat gençlik, değişimin canlı kanıtıdır. Her yeni kuşak, eski dünyanın zincirlerini sorgulamak zorundadır; bu sorgu, tarihsel sürecin motorudur. Bugünün gençliği, kapitalizmin yıkıntıları üzerinde yeni bir uygarlığın inşasına girişecektir. Bu uygarlık, sömürüsüz, sınıfsız, özgür bir dünyanın adı olacaktır. Orada insan, emeğinin ürününe, doğaya ve kendisine yabancı olmayacak; üretim, ihtiyaç için yapılacak; bilim, insanlığın gelişimi için kullanılacak; sanat, yalnızca bir estetik alan değil, özgür insanın yaratıcı ifadesi olacaktır. Bu toplumda, birey ve toplum çelişkisi ortadan kalkacak; çünkü bireyin gelişimi, herkesin özgür gelişiminin koşulu haline gelecektir. İşte komünizmin anlamı budur: insanın kendi özüne dönmesi. Bu hedef, bir uzak ütopya değil, tarihin mantıksal sonucudur. Bugün kapitalizmin yarattığı kriz, yalnızca bir yıkım değil, doğum sancısıdır. Bu sancıdan yeni bir dünya doğacaktır. O dünyayı yaratacak olanlar, bugün adaletsizliğe karşı öfkesini hisseden, ama o öfkeyi bilince dönüştürme cesaretini gösterenlerdir. Gençlik, bu cesaretin en saf halidir. Onun içinde, insanlığın devrimci enerjisi, tazeliği ve yaratıcılığı barınır. Fakat bu enerji, örgütlenmediğinde sönüp gider; çünkü sistem, her bireysel isyanı kolayca yutar. Oysa örgütlü gençlik, kapitalizmin kalbine saplanmış bir hançerdir. Bu nedenle bugünün çağrısı açıktır: bilinçlen, örgütlen, mücadele et. Çünkü kurtuluş yok tek başına. İnsanlık ya birlikte yükselecek ya da birlikte yok olacaktır. Devrim, yalnızca geçmişin kahramanlarının değil, bugünün bilinçli gençliğinin omuzlarında yükselecektir. Her genç yürek, tarihsel iyimserliğin ateşiyle yanmalı; her genç akıl, bilimin ışığıyla keskinleşmelidir.