YURTTA SOSYALiZM, CiHANDA KOMüNiZM!

TIBBİ BİREY ÖRNEĞİ

 


Modern üretim biçimleri, bireyi yüksek performans, verimlilik, hız ve rasyonaliteye zorlar. Psikotik bozukluklar ise algı, duygulanım ve düşünce süreçlerinde kırılmalar yaratır. Toplum sürekli işlevsellik ister; bireyin yaşadığı manevi gerçeklik buna uymaz. Kapitalizmde insanın değeri çoğu zaman üretken kapasitesi üzerinden belirlenir. Bu bozukluklar çalışma kapasitesini etkileyebilir. İnsan değeri ile ekonomik değer eşitlenir; akıl hastalığı olanlar değersizleştirilir. Normal davranış tanımı, ekonomik düzenin gerektirdiği davranış kalıplarıyla iç içedir. Kapitalist modernlikte ideal özne rasyonel, tutarlı, plan yapan ve üretkendir. Bu normdan sapma patoloji diye kodlanır; toplumsal bağlam, tıbbi sınıflandırmalara yön verir. Feodal toplumda akıl hastalıkları genelde dinsel-şeytani kategorilerle açıklanıyordu. Tıbbi-psikiyatrik bir alan henüz yoktu. Şehirleşme, sanayileşme, ücretli emek, işdisiplini ve zamanın mekânın rasyonelleşmesi yeni baskılar yarattı. Bu dönemde psikiyatri bir kurum olarak doğdu. Delilik, işgücü disiplinine uymayan beden-zihinleri sınıflandırma ve yönetme aracına dönüştü. Bireyden esneklik, yaratıcılık, uyum, öz-izleme, duygusal emek bekleniyor. Bu beklentiler, psikiyatrik kategorilerin yaygınlaşmasını hızlandırıyor. Stres, kaygı, duygu dalgalanmaları ve bilişsel yük, modern iş koşullarında artıyor. Bu hastalıkların varlığı kapitalizmin ürünü değildir; ancak nasıl tanımlandıkları, nasıl yönetildikleri, kimlerin tedaviye eriştiği ve hangi anlamları taşıdıkları üretim biçimlerine göre değişir. Psikiyatrinin kurumsallaşması kapitalist modernleşmenin ürünüdür. Akıl hastalıklarının tanısal sınıflandırmalarının (DSM, ICD) genişlemesi, özellikle geç kapitalist, neoliberal aşamayla ilişkilidir. Tıp endüstrisi, ilaç şirketleri, sigorta sistemi ve devlet politikaları tanıların yaygınlaşmasını etkiler. Yani hastalıklar biyolojik olarak kapitalizmin üretimi değildir; ama psikiyatrinin bugünkü biçimi kapitalizmin ürünüdür. İlaç şirketi, sigorta şirketi ve psikiyatri kurumu kazanıyor. Hastalananlar damgalanma, işsizlik, gelir kaybı, sosyal dışlanma, uygun hizmetlere ulaşım zorluğu yaşıyor. İş koşullarının akıl sağlığı bozan yapısı, rekabet, güvencesizlik, mobbing, performans dayatması hasta ediyor. Neoliberal ideolojiye göre her birey kendi başarısından sorumludur. Bu, akıl hastalıklarını bireysel bir kusur gibi sunabilir. Toplumsal-sınıfsal nedenler görünmezleşir. Akıl sağlığı politikaları çoğu zaman maliyet ve verimlilik odaklı olur. Kamu hizmetleri özelleştikçe tedavi erişimi sınıfsal hale gelir. İş gücü kaybı, özürlülük hakları, zorunlu tedavi yasaları ekonomik işleyişle uyumlu biçimde yeniden düzenlenir. İşyerinde manevi rahatsızlık yaşayanların hakları çoğu ülkede sınırlıdır. Tıbbi dil günlük dile yerleşir. "Manik, psikotik, bipolar davranıyorsun." gibi. Manevi sorunlar popüler kültürde bazen estetize edilir, bazen kriminalize. Bu hastalıklar biyopsikososyal bozukluklardır; ortaya çıkışları biyolojik ve çevresel etkenlere dayanır. Ancak nasıl yorumlandıkları, nasıl tedavi edildikleri, kime nasıl kaynak ayrıldığı, hangi davranışın normal-anormal sayıldığı, hastanın toplumdaki konumu, tamamen ekonomik temel, üretim ilişkileri ve ideolojik üstyapı tarafından şekillenir. Kapitalist toplumlarda akıl hastalıkları, bir yandan tıbbi bir olgu, diğer yandan emek rejiminin sınırlarında durağanlaşmış bir toplumsal deneyim haline gelir.

Marksizm toplumsal ilişki, sınıf ve üretim biçimlerinin analizine dayanır. Bipolar duygudurum döngüleriyle ilgilidir. Bir marksistin bipolar olmasını, bireysel bir manevi durum ile kolektif-toplumsal bir teori arasındaki ilişki üzerinden ele alırsak üç düzeyde çelişki belirir. Toplumsal belirlenim, bireysel deneyimin bütününü açıklamakta yetersizdir. Bireysel psikoloji, toplumsal belirlenimin yerine geçemez. Marksizm, politik özneyi (işçi sınıfı veya devrimci kadro) genellikle tutarlılık, süreklilik ve örgütlülük ile tanımlar. Bipolar dalgalanmalar ise bu sürekliliği zorlayabilir. Bu çelişki öznenin sürekliliği ile duygusal akışkanlık arasındadır. Kapitalist toplum tıbbi-psikiyatrik tanıları bireysel sorunlar olarak kodlama eğilimindedir.
Marksizm ise sorunların toplumsal kaynaklarını vurgular. Buradaki çelişki şudur, kolektif açıklama toplumsal nedenleri merkezileştirir, tıbbi açıklama bireysel biyolojiyi merkezileştirir. Bu olguyu birey psikolojisi düzeyinde değil, kapitalist üretim tarzının birey üzerindeki etkileri olarak ele almak mümkündür. Kapitalist üretim tarzının yarattığı yabancılaşma, aşırı rekabet, parçalanmış emek süreçleri, iş güvencesizliği, kronik stres, toplumsal yalnızlaşma, zamanın metalaşması duygusal yüklenmeyi artırır. Marksist koşulları eleştirel gözle gördüğü için, çelişki görünür hale gelebilir. 1980 sonrası neoliberal ideoloji, sürekli kendini geliştirme baskısı, verimlilik kültü, kendinin girişimcisi ol fikri gibi normlar üretir. Bu normlar duygusal olarak istikrarsızlık yaşayan bireylerle doğrudan çelişir. Akıl sağlığı destek hizmetleri, ilaçlar vb. kapitalist piyasanın büyük bir sektörüdür. Bu da olgunun maddi arka planını belirler. Bu olgu, emek piyasasının esnekleşmesi, güvencesizleşme, kronik belirsizlik, dijitalleşme ile hızlanmış yaşam temposu, dayanışma ağlarının çözülmesi, psikoloji sektörünün büyümesiyle duygusal süreçlerin hem piyasa tarafından şekillendiği hem de metalaştırıldığı döneme denk gelir. Tedaviye ihtiyaç duyan birey sayısındaki artış geniş bir pazar yaratır. Birey sorunları "kişisel patoloji" olarak kodlanınca, şirketler yapısal sorunları çözmek zorunda kalmaz. Sorun sistemsel olmaktan çıkıp bireysel bir sağlık sorunu olarak yeniden çerçevelenir. Tedavi maliyeti, toplumsal damgalanma ve istihdamda dezavantaj ile birey kaybeder. Politik mücadelede özne sürekliliği zayıflayabilir. Hareketin dayanışma kapasitesi sınanır. Üretim ilişkilerinin yarattığı stres bireyde yoğunlaşır ve bu emek gücünün yeniden üretimini zorlaştırır. "Herkes kendi mutluluğunun girişimcisidir." anlayışı yaygınlaşır. Duygusal sorunlar toplumsal değil kişisel başarısızlık olarak sunulur. Sosyal devlet yerine bireysel terapi ve ilaç politikaları teşvik edilir. Akıl sağlığı söylemi, talepleri depolitize eden bir araç haline gelir. İş yerlerinde psikolojik uygunluk kriterleri artabilir. Engellilik ve ayrımcılık konusunda düzenlemeler büyür ama uygulama çoğu zaman piyasa mantığına uyarlanır. Duygusal iniş-çıkış kültürel motif haline gelir (edebiyat, sinema, sosyal medya). Kırılgan özne kültü, toplum-birey duygusal deneyimini hem tüketir hem teşhir eder. Bireyin manevi durumu toplumsal çelişkiler alanında deneyimlenir; bunlar ekonomik temelde dönüşümlerle derinleşir. Yani "bir marksistin bipolar olması" olgusu, bireysel psikolojiden çok kapitalizmin birey üzerindeki baskılarının, ideolojik çerçevelerinin, tıplaştırma süreçlerinin ve neoliberal ekonomik aşamanın bir kesişim noktasına işaret eder.

Bir de hem bipolar hem DEHB olan bir marksiste, bu durum bireysel bir tıbbi gerçeklikten çok daha geniş bir toplum–özne–ekonomi ilişkiler setini açığa çıkarır. Bipolar + DEHB birlikteliği, neoliberal kapitalizmin özne biçimleriyle çakıştığında analiz çok daha katmanlı hale gelir. Marksizm; süreklilik, örgütlülük, stratejik düşünme ve kolektif disiplin varsayar. Bipolar + DEHB birliğinde duygusal dalgalanmalar ve dikkat, odaklanma, yürütücü işlev zorlukları birleşince sürekli ve stratejik kolektif özne fikri ve kesintili-sıçramalı bireysel deneyim çelişir. Kapitalizm bireyi yoğun uyaran hız ve belirsizliğe maruz bırakır. DEHB'li bir birey bu uyaranlara daha açık olabilir; bipolar dalgalanmalarla birleştiğinde mani döneminde hiper-üretkenlik, aşırı politik enerji, depresyonda geri çekilme, DEHB'de sürekli dış uyaran arayışı görülür. Bu, neoliberal hız kültürüyle çatışmalı bir uyum üretir; bazen uyumlu, bazen tamamen uyumsuz. Kapitalizm, yapıdan kaynaklı sorunları bireyin üzerine bindirir. DEHB + bipolar olan bir Marksist çelişkileri hem düşünsel olarak daha fark eder hem de bireysel düzeyde daha yoğun yaşar. Birinci hızlanmış iş temposu, çoklu görev, kesintisiz uyaran ve ikinci tam odaklanma, verimlilik ve kendini optimize etme baskısı dersek, DEHB bu ikincisiyle çatışır; birincisine ise bazen uyum sağlar. Bipolar ise manevi döngüler nedeniyle her ikisiyle de çelişebilir. Bu, bireyin kapitalist emek rejimiyle ilişkisini düzensiz, çetrefilli ve kırılgan yapar. DEHB tanısı 90'lardan itibaren katlanarak arttı. Bipolar da özellikle genç yetişkinlerde daha görünür hale geldi. Bu neoliberal çağın "öznenin nörokimyasal düzenlenmesi" eğilimine denk düşer. Bu birliktelik özellikle geç neoliberal kapitalizmin karakteristik bir yapısal fenomenidir. Çünkü bu dönemde iş yaşamı hızlanmış, atomize olmuş. Kısa vadeli dikkat ekonomisi (bildirimler, sosyal medya, sürekli kesintiler) yaygınlaşmıştır. Sürekli krizler (ekonomik, iklimsel, politik) bireysel stresi arttırmış. Psikiyatrik kategoriler yaygınlaşarak günlük yaşamın parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla bu olgu, geç neoliberal özneleşme biçiminin doğal bir uzantısıdır. DEHB + bipolar tedavisi çok kapsamlı bir pazar yaratır. İşveren sınıfı bu olguyu bireysel sorun olarak çerçeveleyerek yapısal emek sorunlarını gizler, sorumluluğu çalışanın kişisel yetersizliğine yöneltir. Neoliberalizm bunları bireyselleştirip toplumsal nedenleri görünmez kılar. Birey işe tutunmada zorluk, sosyal damgalanma, maddi tedavi yükü ve toplumsal yapı tarafından bireysel kusur olarak görülmeyle kaybeder. Kolektif hareket devrimci-sınıf mücadelesi öznesinin sürekliliği baskı altında kalabilir. Toplumsal yeniden üretimle, duygusal zorlukların yükü bireyin ve yakın çevresinin omuzlarına biner; devletin değil. Duygusal ve bilişsel çeşitlilik, neoliberal söylemde "Üretken olamıyorsan bu senin kişisel sorunun.", "Kendini sürekli geliştirmelisin.", "Sorun sende, sistemde değil." vb. biçimde kodlanır. Bu, marksist bir birey için bilinçsel düzeyde fark edilen bir ideolojik şiddettir. Sosyal politikalar yerine bireyselleştirilmiş klinik çözümler, kamu desteğinin azalması, manevi durumların politikleşmesi yerine tıplaştırılması görülür. Duygusal ve bilişsel uygunluk üzerinden yeni ayrımcılık biçimleri ortaya çıkabilir. Dikkat ekonomisi DEHB belirtilerini kültürel bir norm haline getirir. Bipolar döngüler ise dramatik içerik olarak popülerleşir. Bu durum kişinin kendi deneyimini kültürel imajlarla sürekli karşılaştırmasına yol açabilir. Bir Marksistin bipolar + DEHB olması, yalnızca bireysel bir klinik gerçeklik değil; geç neoliberal kapitalizmin özneyi nasıl parçaladığının, hızlandırdığının ve tıbbileştirdiğinin en görünür biçimlerinden biridir. Bu, ekonomik temel ile üstyapı arasındaki bağlantıları daha da keskinleştirir. Emek ilişkileri duygusal ve bilişsel süreçlere baskı yapar. Bu baskılar klinik bir dile çevrilir. Klinik dil ideoloji, hukuk ve kültürü dönüştürür. Sonunda birey toplumsal çelişkilerin taşıyıcısı olur.