Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM

 

Mükemmel bir birey ancak mükemmel bir toplum içersinde yetiştirilebilir. 

Eğer kişi sadece kendisi için çalışırsa ünlü bir bilim adamı, büyük bir düşünür, çok iyi bir şair, müzisyen olabilir. Ama asla mükemmel bir insan olamaz. Tarih ancak ortak çıkarlar için çalışmış insanların yüceliğini kabul eder. 

En mutlu insan en fazla sayıda insanı mutlu eden insandır. 


Karl Marx


Söz konusu Marx ve dolayısıyla marksizm olunca, bir marksist olarak anlayışınıza dayanarak "Marx'ın yüce insanını" bugünden nasıl yaratabileceğimizi irdeleyerek buraya detaylı bir olgusal değerlendirme bırakıyorum. Umarım ilerici ortak hafızaya anlaşılabilir bir katkım olur. Sürçülisan ettiysem affola!


Marx'ın mükemmel toplumu, yabancılaşmadan kurtulmuş, ürünlerinin meta olarak satılabilmek yerine emeğin verimliliğiyle toplumsal bir değeri olan, örgütlü-organize bir komünün toplum kavramını tam olarak olarak karşıladığı yurtta sosyalizm, cihanda komünizmdir. Marx'ın mükemmel insanları da kolektif gelişimle doğaya uyum sağlamış bu sınıfsız ileri toplumların yine doğal ve modern yabancılaşmamış bireyleridir. Bunlar komünarlardır. Komünistler ve sosyalistler olarak marksistler, komünün yurtsever ve toplumsal olan kendinde her bireyine "komünar" denilen ve yalnızca bu ileri aşamalardaki sınıfsız toplumları örgütleyen "kendisi için" öncülerdir. Sınıfsız toplumda kolektif toplumu oluşturan kategoriler (örneğin alt-yapıdaki üretim araç, biçim ve ilişkileri ile üst-yapıdaki dil, tarih, hukuk, kültür, gelenek, din vb. kategoriler) sınıflı toplumdaki gibi birbiriyle çelişip çatışmaz. Toplumun alt-yapısındaki üretim araç ve biçiminin komündeki kolektif toplumsal çıkarlara göre değişmesiyle, üretim ilişkilerinde dayanışan her kolektif birey, son sınıflı toplum olan ve kategorilerinin birbiriyle çelişip çatışmasıyla içinde uyumsuzca ezildiğimiz rekabetçi kapitalizme alternatif olarak doğayla uyum içerisinde normalleşen ve dayanışan yeni sınıfsız toplumdaki komünarlardır ve çıkarları için doğaya yön verirken doğadaki "en yüce" konumlarına gelirler. Sınıfsız toplumda herhangi bir bireyin gelişimi, aynı zamanda tüm komünün gelişimidir. İnsan komünde birini mutlu ederken, tüm toplumu mutlu eder. Marksizmdeki bu klasik alt-yapı ve üst-yapı ilişkilerine göre belirlenen sınıflı toplumdaki aşağı kültür sırasıyla sınıflı olan ilk toplum olan köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplumundur; üstün ve doğal kültür ise yine sırasıyla ve yabancılaşmayışıyla ilk toplum olan ilkel komünal toplumun, sonra da sınıfsız olan sosyalist toplum ve ardından yine sınıfsız olan küresel komünist toplumundur. Dolayısıyla, günümüzde genetiğin de destekleyişiyle insan türünü kategorilere ayıran üstün bir ırk yok ama marksist bilimsel yapısal ilişkilere göre "üstün kültür" vardır. Marx'ın entelektüel olarak yücelen bireyi, bir kendisi için sınıf olarak toplumsal değişimle yücelir ve toplumdan bağımsız düşünülemez. Sınıfsız toplumlarda üstün kültür, kendi kaderini kontrol edebilen yücelen yeni insanı yaratır. Tüm toplum yüceldiği için dolayısıyla bireyler ve toplumlar arası bir kast ya da hiyerarşi de oluşmaz. Daha önce bilimde linnaean sınıflandırma ve fiziksel antropoloji insanı ırklar olarak sınıflandırmaya çalıştı ama çalışmalar genetik bilimle çelişti. İnsanlar %99.9 aynıdır. Bilimsel açıdan ırk, biyolojik gerçekten kopuk ayrımcılıkla ilgili toplumsal ve kültürel bir olgudur. Örneğin kimse temel dili yüklü olarak doğmaz. Dil ailede temel olarak öğrenilir ve okuldaki dil eğitiminin ardından toplumsal pratikle gelişir. Yani kimse doğuştan öncelikle öğrenilen temel dilinin var ettiği herhangi bir ulusa sahip olmaz. Ulusal kimlik, varsa herhangi bir yasal ve anayasal tanıma göre de belirlenemez. Onun varlığı öncelikle ailede ilk öğrenilen temel dille var olur. Yani sınıfsız toplumda "küresel bir ortak insanlık dili" tasarlanırsa (diller zaten kurgusaldır, bilim-kurgu kitap ve filmlerinde bile yeni diller yaratılmıştır, yeni bir dil yaratmak oldukça kolaydır) insan ulusunun onlarca dil öğrenme zahmetine girmeden tek bir dille küresel iletişimi sağlanabilir. İnsanın biyolojik alt türleri yoktur, sadece öncelikle üst-yapısal biçimi farklı ama işlevi aynı olan dillerin sebep olduğu farklı uluslar vardır. Ve sınıfsız son toplum olan komünist toplumda üstün bir kültürle "küresel insan ulusu" yaratabiliriz. Taksonomide de insan biyolojik "Homo Sapiens" olarak yaşayan tek türdür. Yalnızca insanlığın ilk evrimleştiği bölgelerde soy ağacının dalı ya da dalları olan bazı insanlar doğaya uyum sağlayamadığı için yok olan, örneğin "Neandertal" gibi farklı insan türlerine genetik olarak benzeyebilir. Hepimiz dünyalıyız. Marx'da da bu bilimsel olguyla uyumlu olarak sınıflı topluma ve kendi sınıf varlığına son veren proletarya, bir avuç sömürgeci ve asalak egemen sınıf olan burjuvaziye ve onun mülkiyet ağı hiyerarşisine son verecektir. Marx Komünist Manifesto'da, tek devrimci sınıf olan proletaryayı bilimsel olarak "emeğinin karşılığı olarak parayla çalışan herkes" diyerek tanımladı. Yani burjuvazinin ücretlerle statülere ayırarak beyaz yaka, mavi yaka vb. sınıflandırmalarının, orta sınıf tanımıyla orta halli geçinen bir kastın ya da hiyerarşik meslek kastlarının bilimsel bir gerçekliği yok. Ayrıca ilk toplum olan ilkel komünal toplumda sınıf yoktu ve doğal bir toplumdu. Orada ilkel komünarlar vardı. Ardından ilk sınıflı ve yabancılaşmış toplum olan köleci toplum geldi. Burada, her sınıflı toplumda emek-sermaye çatışmasına göre toplum sözleşmeleriyle hakların belirlendiği ortamda köylü ilerici ama feodal gericidir ve efendiyi yıkılmaya zorlar. İkinci sınıflı toplum olan feodal toplumda ise burjuvazi ilerici ama feodal ağa vb. gericidir. Son sınıflı toplum olan kapitalist toplumda ise proletarya ilerici ama önceden ilerici olan burjuvazi gericidir. Bilimsel olarak geçmiş köleci ve feodal toplumlardaki efendi-köle ve serf-ağa olarak ikişer karşıt sınıfın çatıştığı gibi kapitalist toplumda da burjuvazi-proletarya iki karşıt sınıf olarak çatışır. Marksizmde bilimsel olarak tek devrimci sınıf olan proletaryanın öncü gücü marksistler (marksist berber, hamal, mühendis, teknisyen, hukukçu, doktor, öğretmen vb. para karşılığı emek harcayan herkes) sonuçta en üstün kültür ve bu kültürlü bireyi önce sosyalizmde, ardından da küresel olarak komünizmde yaratmak için ezen asalak sınıf burjuvazinin küresel nüfusun yaklaşık %1'i olduğu son sınıflı toplum kapitalizmde "kendinde sınıf" olan işçi sınıfına (proletaryaya) dışarıdan sınıf bilinci taşıyarak "kendisi için sınıf" olan örgütlü-organize hazır kuvveti sürekli çoğaltır. Yani yurdumuzdaki gibi kendisine "sosyalist, komünist, devrimci" diyen yüzlerce örgütün varlığının marksizmde hiçbir karşılığı yoktur. Açıkçası marksist pratikle "emek normlarına göre" her ihtiyacı kolektif toplumun her bireyine sağlanan bir komünde demokrasiye bile gerek yoktur. Çünkü devlet aygıtına yön veren, kamusal binalarda alttan üste doğru bolşevik tarzda örgütlenerek karar mekanizması kuran ve doğrudan karar alan çoğulcu çoğunluk halktır. Ama demokrasinin gereksizleşeceği bu özgür aşamaya "doğrudan demokrasiyi kullanarak" gelmek tartışılır. Çünkü çeşitli parti, dernek, vakıf vb. örgütler kendi yapısal değişikliklerini gerekçe göstererek, varlıklarıyla sınıfı bölebilirler. Hatta özerk olmayan, ücret gibi geçici çıkarları çatışmaların kazanımlarında yatmasına rağmen sarı sendika olarak patronla uzlaşan, devrimci eğilimleri olanları sendika içinde tecrit eden ya da devrimcileri sendikadan atan, emeğinin karşılığı olarak değersiz para yerine ihtiyaçlarını istemeyen, küresel ve marksist olması gereken devrimci bir sendikal harekete geçmeyerek paranın saltanatına karşı işçilerin ortak küresel çıkarları uğrunda bilimsel yasalara yanaşmayan parçalı bir sendikal hareket de sınıfı bölebilir. Marksizmde örgütlü-organize olan hazır kuvvet, proleter sınıfın doğrudan kendisi olarak halktır. Burjuvazi, devlet aygıtına kendi çıkarları için biçim ve yön veren sermayenin, yönetici şiddet tekelidir. Sınıflı toplumda burjuvazi halkın bileşeni değildir. Burjuvazi, alt-yapısal olarak üretim araçlarına hiyerarşik olarak yön veren, onun biçimini çalıştırdığı işçilerin emekleri üzerinden azamî kâr sağlamaya göre oluşturan ve buna göre yine hiyerarşik yapısıyla paradoksal olan üretim ilişkilerinin tamamı proleterlerden (işçi sınıfından) oluşan halka karşı yabancılaşmış dil, tarih, hukuk, kültür, gelenek, din vb. üst-yapısal kategoriler oluşturduğu kısaca ve bir bütün olarak tüm toplum (halk) asla onunla bilimsel olarak çatışan burjuvaziyi kapsamaz. Burjuvazi egemen kasttır, proletarya ise ezilen çoğunluk. Peki en basitinden sınıflı toplumdan sonra sıradaki sınıfsız sosyalist toplumu nasıl kurarız? O üstün kültürlü insanı ve üstün toplumu bugünden nasıl yaratırız? Sonucunda herkesin bir bolluk toplumunda eşit yaşayabileceği devrim için üretim araç, biçim ve ilişkilerini hedef almamız gerekiyor. Dünyadaki tüm devrimler alt-yapı değişikliğiyle gerçekleşti. Üst-yapısal olarak eski-geri kültürü hedef alan Çin'deki "Büyük Proleter Kültür Devrimi" bile alt-yapısal değişikliklere bağlı olarak gerçekleşti. Sovyetler'deki "sosyalizm sanılan" ama aslında Lenin'in de devrimci yol olarak kabul ettiği ve marksizmde "proletarya diktatörlüğü" (aslında çoğunluğun yaklaşık %1 azınlığı yabancılaşmadan kurtararak emekçi yaptığı, yani özünde diktatörlük olmayan sosyalizme geçiş süreci) yerine yöntem olarak uygulanan "devlet kapitalizmi" de yalnızca üretim ilişkilerindeki alt-yapısal değişiklik ve buna bağlı olan toplumsal örgütlenme-planlama sonucu var oldu. Küba Devrimi de, ancak, çoğunluk işçi halkın, tek ortak değeri "emeğe göre" üst-yapısal normlara dayanan bir anayasal proletarya diktatörlüğü yerine "işçi demokrasisi" kullanarak sosyalizme geçiş yapmaya çalıştığı yenilikçi-emekçi olguların ortak bir süreci ve bu süreci yönlendiren yine ilk olarak alt-yapısal olan değişikliklerdir. Bunlara rağmen henüz dünyada sosyalizm ve küresel olan komünizm hiç var olmadı. Yalnızca "sosyalizme geçiş" sürecinde tıkandılar. Sınıfsız toplumlarda sadece alt-yapısal üretim ilişkileri değişmez, üst-yapısal olan kültür de sınıflı toplumda rekabeti temel alan bencil güruhun dayatması yerine dayanışmayı temel alan gerçek toplumu ve onun "eşit ve yüce" bireylerini oluşturur. Biz de Marx'ın belirttiği gibi emekçi yığınları "üstün kültürlü bir toplum" yapmak istiyorsak önce alt-yapısal üretim araç, biçim ve ilişkilerini hedef almalıyız. Onlara yön verirken üst-yapısal olarak toplumu ulusal kastlara bölen, egemen etnik bir kimliği ulusal kimlik olarak dayatan, asimilasyoncu ve sorunlu anayasal yurttaşlık tanımını içeriği "bolşevik yurttaşı" tanımlayacak ve yurtseverliği küresel nitelikte, yani enternasyonalist yapacak şekilde değiştirmeliyiz. Yurdumuzda tüm uluslara "temel dilde eğitim hakkı" tanıyarak bu konuda fırsat eşitliği sağlamalıyız ve diğer devletlere objektif ve yalın emekçi hukuku dayatmalıyız ki artık işçi sınıfının arasına kültürel farklılıklar giremesin, patronlar milliyetçiliği kullanarak işçi sınıfı ve burjuvazinin aynı ulusal çatıda eşit olduğu yanılgısını yutturamasın, kağıt üstünde kolaylıkla çözülebilecek bu sınıfsal nitelikli ulusal sorun yurdun farklı ulusal kolonilere bölünmesine ve savaşa ya da çatışmaya sebep olmasın ve örgütlediğimiz "kendisi için sınıf" olarak bireylerin ve yurdun ortak çıkarlarının farkında olan bolşevik "yurtsever halk" billimsel olmayan ve statülere göre belirlenen kastlarla birbirinden kopamasın. Kısaca ya herkesin ona katılacağı ama onun kimseye katılmayarak tarafsız bir emek cephesini netleştireceği farklı bireylerin ve örgütlerin bolşevik, yurtsever, çoğulcu çoğunluğu harekete geçiren bir "çatı mücadele örgütü" kurulmalıdır ya da öncelikle yurdumuzdaki mücadele anlayışında radikal bir epistemolojik devrim gerçekleşerek bir sömürü ve baskı aygıtı olarak kullanılan devletin kolluk güçlerinin şiddet eylemleriyle bastırdığı "devrimci eylemler sönümlenmesin" diye adaletsizliğin olduğu yerde toplumsal sınıfın meşru şiddetine dayanabilen eylemler "terör eylemleri" kapsamından çıkarılmalıdır. Ayrıca bu hasta, narsistik, bencil, rekabetçi kapitalist toplumda serbestiyete dayanan bireycilik "topluma karşı olmak" anlamında yanlış anlaşılıyor. Herhangi bir hizipe, bağnazlığa sebep olan önder ya da öncü kültüne ve sekter ya da laçka olan sorunlu örgütsel disipline karşı yine bolşevik, yurtsever ve çoğulcu çoğunluk olan halkı adeta bir "asker toplum" gibi çelik disiplinle donatan, teorik devrimci eylem ajandasına göre planlı olarak pratiğe geçerek praksis oluşturan, önderliği bir kişi olmak yerine her kararı ve amacı fonksiyonel olarak netleştiren marksist bir "bilimsel manifesto" sırasıyla her devrimde amacına ulaşana kadar herkes tarafından altına imza atılan tek ve aşamalı "devrimci önder" olmalıdır. Evet herkesin katılacağı ama onun kimseye katılmayarak tarafsızlığını koruyacağı, dolayısıyla aynı çatı altında farklı örgütsel tabanların ve farklı bireylerin yan yana gelmesinden dolayı kimsenin kimseyi yargılayamayacağı, örneğin yasal ve yasadışı olan farklı örgütlere sempati duyan bireylerin "aynı şeyi istediği için" bir yasadışı örgütle ilişkilendirilemediği, bolşevik, yurtsever ve çoğulcu çoğunluğun marksist bir "birleşik cephe" manifestosu öncü ve önder olmalıdır. Yoksa toplum arasından birini, örneğin objektifliğine güvenerek yapay zekayla bile önder olarak atasak, bu önder tutuklanma, gözaltı ve hüküm giyme gibi elinde olmayan bir sebeple devrimcilikten alıkonularak pratikte zaaf gösterecektir. Yani bize zaaf gösteremeyecek bir "deklarasyon" olarak yazılarak maddelerle devrimciliği ve bir yöntem olarak dünya ve Türkiye devriminin yolunu belirleyen, amaçlara giden yollarda teorik eylem planlarıyla sıralanmış bir devrimci ajandası olan marksist, bolşevik, tarafsız, objektif, çoğulcu çoğunluğa hitap eden ve liberal demokrasiye göre değil "marksizm alanındaki bilimsel gelişimine göre" seçilen yetkin olduğu kanıtlanmış kişilerin oluşturduğu bir heyetin elinden çıkan, yani "önderinin bir manifesto olduğu" çatı mücadele örgütü gerekiyor.


Son olarak devrimcilerin gelişim içerisindeki toplumları, onların öncülerini, kadrolarını ya da devrimlerine sembol olan argümanları, burjuvazinin onları bize karşı bayraklaştırmasına karşı asıl anlamına kavuşturup sahiplenmemiz gerekiyor. Örneğin ülkeyi temsil eden bayrak faşist ve gerici güçlere bırakılmamalı ya da kendi zaman-mekan diyalektiğinde feodalizme karşı ilerici ve jakoben bir devrimci olan M. Kemal'i ve onun devrimci kadrolarını aslında onunla ilgisi olmayan bir doktrin olan "kemalizmle" ilişkilendiren ve halka tepeden bakan faşist aristokrasiye karşı sahiplenmeliyiz. Stratejik olarak ilerici ve gerici cepheleri belirleyerek ilerici olan her şeyi sahiplenmeliyiz. Bunu yaparken aynı zamanda yurdumuzda yaşayan ezilen azınlık ulusların temel ve demokratik haklarını tanıyan "üniter anayasal merkezi devlet" yapısını sosyalizme geçişte, işçi demokrasisinde ya da otoriter proletarya diktatörlüğünde de korumalıyız. Fırsat eşitliğinin sağlanması ve rekabet ile bencilliğe dayanan suçun ortadan kalkması için gıda, sağlık, barınma, eğitim ve ulaşım gibi olmazsa olmaz yaşam haklarımızın, en basit temel insani ihtiyaçlarımızın hak olduğu ama ücretsiz kullanılamadığı bu eşitsiz süreci değiştirmeliyiz. Ayrıca henüz paranın saltanatı kalkmamışken gıda, sağlık, barınma, eğitim ve ulaşım vb. alanlardaki her şey kamulaştırılmalı ama camiler, sinagoglar, kiliseler ve ileride yasal ibadethaneler olabileceği gibi cemevleri bile özelleştirilmeli, bu yapıların gelirini kendi cemaatleri karşılamalıdır. Ayrıca artık inançların önüne "siyasal" sıfatı getirilerek, din ve devlet işlerini ayıran laiklik fiilen lağvediliyor, tarikatlar laikliği ortak düşman olarak belirleyerek bir koalisyon olarak devlet kademelerine getiriliyor. Bu bize ilerici cepheden savunmamız gereken laikliğin yerine daha etkili bir şey getirmemiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü artık laiklik, önceden birbirleriyle çatışan farklı gerici çevreleri kendisine karşı birleştiren ve onları seküler yaşama karşı ciddi bir tehdit haline getiren eski bir ilke. Örneğin bireylerin ibadet haklarını koruyan ama nüfusun şimdilik yaklaşık %5'ini oluşturan inanç örgütlenmelerini yasaklayan, devletin ibadet edemeyen ve bir otomasyon programına benzeyerek dinlerin gereklerine uyması söz konusu olmayan kullanılabilir bir "aygıt" olduğunu insanlara öğretebilen "devlet ateizmine" ihtiyacımız var. Kimseyi ateist olmaya zorlamıyoruz. Yalnızca devletin bir birey olmadığını, yönetilen programlı bir paradigması olduğunu, ibadet edemeyeceğini ve inancının olamayacağını, teokratik devlette inançlı bireylerin herkesi zorla cennete sokmaya çalıştığını ve bunun dinin kurallarıyla hukukun lağvedildiği teokraside bile mümkün olmadığını bildirilerle tüm yurda yaymalıyız. Çoğu konuya karşı bilimsel duruş sahibi olarak Marx'ın ilerici, yüce ve üstün insan toplumunu devrimci sınıfın içinde, hizipçi olmadan halkın içinde örgütlemeliyiz. Özgürleşmek mücadele ediyorsak başlar ve yaşam harekettir. Marx'ın üstün insanı da özgür yaşam mücadelesi verirken ortaya çıkar.