Kapitalist düzenin dayattığı yaşam biçiminin en görünür kalesi olan popüler kültür, toplumun kendi iradesiyle seçtiği bir alan değildir; tersine, çoğunluğun seçim hakkı bile olmaksızın içine sürüklendiği, tüketim eylemi üzerine inşa edilmiş bir sistemdir. Bu kültür, kapitalizmin sağladığı kültürel kaynaklarla gündelik yaşam arasındaki ara kesitte üretilir. Başka bir deyişle, gündelik yaşamın kültürü olan popüler kültür, geniş anlamıyla belirli bir yaşam tarzının ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön koşullarını sağlar. Yani burjuvazinin ekonomik tahakkümü, kültürel düzlemde popüler kültür aracılığıyla yeniden kurulur, yeniden meşrulaştırılır.
Sanatsal ya da kültürel faaliyetler eskiden yalnızca belirli bir sınıfın tekelindeydi; fakat kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, toplumun bütün katmanları bu faaliyetlere seyirci olarak katılmaya başlamıştır. Bu durum, popüler kültürün sınıfsal farkları silikleştiren ve ortak beğeniler yaratan yüzünü açığa çıkarır. Ancak tam da bu özellik, yüksek sanat savunucularının en keskin eleştirilerinin hedefi olmuştur. Çünkü onların gözünde popüler kültür, sanatın özünü sıradanlaştırmakta, yozlaştırmakta ve hatta yok etmektedir.
Kapitalizmin en sinsi kılıflarından biri olan kitle kültürü, halkın beklentilerine göre düzenlenmiş gibi sunulur; oysa gerçekte, kapitalist endüstri tarafından paketlenmiş ve halka dayatılmış bir kültürdür. Popüler kültür ise bu kitle kültürünün hem belirleyicisi hem de gerçekleştiricisidir; kitlelerin sahte beğenileri ve bitmek bilmeyen tüketim alışkanlıkları doğrultusunda şekillenir. Kapitalist pazar mekanizması, toplumsal hayatın her zerresine sızarak yeni tüketiciler yaratma işlevini yükler. Bu nedenle popüler kültür, kapitalizmin kalıplaştırılmış ürünlerini kitlelere sunarak tüketimi körükler.
“Popüler” sözcüğü Batı’dan Türkçeye girmiştir ve en basit anlamıyla çoğunluğun bildiği, tanıdığı ya da seçtiği şey demektir. Kimi kaynaklarda ise “halkın benimsediği” anlamına gelir. Ancak burada büyük bir çelişki vardır: Popüler kültürle ilişkili “popüler” kavramı ile halkın özgür iradesiyle benimsediği “popüler” kavramı birbirinden tamamen farklı değerleri temsil eder. Çünkü popüler kültür asla halkın özgür seçimiyle oluşmaz; tersine, kitle iletişim araçları aracılığıyla halkı etkisi altına alır.
Örneğin kırsalda yaşayan bir birey, hayatı boyunca adını bile duymadığı gösterişli marka ürünleri nasıl talep edebilir? İşte burada popüler kültür devreye girer; sınıfsal fark gözetmeksizin bu ürünleri tanıtır, cazip hale getirir, göz kamaştırıcı bir “arzu nesnesi”ne dönüştürür. Böylece arzu ile statü arasındaki dengeler altüst olur; bireyler arasındaki statü farkı artık bilgi, üretim ya da yaratıcılıkla değil, popüler kültür ürünlerine sahip olup olamamakla ölçülmeye başlanır. Bu, kapitalizmin kültürel düzlemde açtığı en derin yaralardan biridir.
Popüler olan, kimi zaman bir tüketim nesnesidir; kimi zaman da kitle iletişim araçlarının vitrine çıkardığı ünlü bir kişidir. Çoğunluğun beğenmediği, yani “popüler olmayan” ise piyasa mekanizması tarafından gerçek dışı nitelendirmelerle damgalanır, görünmez kılınır, hatta yok edilmeye çalışılır. Bu, sadece kültürel bir süreç değil, apaçık bir ideolojik manipülasyondur. Medyanın yükselen gücü, halkın popüler olanı kendi iradesiyle belirlemesine son vermiştir. Artık bir tüketim ürününün benimsenmesi, yararlılığından çok, medyada yapılan reklamların, pompalanan imajların, sürekli tekrarlanan sloganların sonucudur. Böylece, doğru ya da yanlış fark etmeksizin, çoğunluğun seçimmiş gibi görünen tercihi aslında yabancılaşarak popüler tüketim sistemine güç kazandırır.
Kültür olgusuna yaklaşırken onu, toplumsal formasyonun diğer parçalarıyla zorunlu iletişim kuran ve bu süreçte yeniden üretilen bir “anlamlandırma sistemi” olarak ele almak gerekir. Ancak böyle bir yöntemsel bakış, hem postmodernizmle iç içe geçmiş ideoloji tartışmalarında hem de popüler kültür–kitle kültürü analizlerinde yol açıcı olur. Çünkü kültür, durağan bir varlık değil, kapitalizmin basıncı altında sürekli karmaşıklaşarak ilerleyen bir alandır. Dolayısıyla kültürel etkinliklerin tamamı, toplumsal formasyonun yapısıyla birlikte kavranmalıdır.
Popüler kültür, yalnızca basit bir eğlence ya da gündelik alışkanlıklar toplamı değil; tarihsel gelişimin belli koşullarında ortaya çıkan sistemsel bir oluşumdur. Kapitalizm çağında bu sistemsel oluşum, işçi sınıfının kendi değerleriyle bütünleşmesi sürecinde değil, orta tabakaların metalaşmış burjuva kültürüne entegrasyonu üzerinden işler. Böylelikle popüler kültür, kapitalizmin toplumsal tabakaları eritip tek tipleştirme araçlarından birine dönüşür.
Her ne kadar bazı özellikleri paylaşsalar da popüler kültür ile halk kültürü birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü popüler kültür, modern toplumsal düzenin ve kapitalist üretim ilişkilerinin ürünüdür; halk kültürü ise görece istikrarlı, geleneksel toplumsal düzenin bağrında doğar. Yani biri sermayenin kılıcıdır, diğeri halkın tarihsel birikiminin mirasıdır.
Tekrar vurgulamak gerekir ki, işçi sınıfının tüm bileşenleri yani toplumsal proletarya, toplumsal formasyonun dolayımları aracılığıyla popüler kültürden hem ideolojik hem kültürel açılardan etkilenmektedir. Ama mesele burada bitmez: Proletarya aynı zamanda bu popüler kültürü çeşitli biçimlerde yeniden üretir. Bu yeniden üretim kimi zaman medya faaliyetlerini okuma ve anlamlandırma, kimi zaman gündelik yaşamda tüketilen “kültürel metaları” dönüştürme ya da biçim bozma yollarıyla gerçekleşir. Fakat sonuçta, bu üretim daima egemen ideolojinin ağırlığı altında kitle iletişim araçlarıyla yönlendirilen “kitle kültürü”ne geri çökertilir ve orada massedilir. Böylece popüler kültür alanındaki mücadele ve belirleme zemini günbegün daraltılır.
Ancak proletaryanın kapitalist üretim tarzıyla ortak bir ilişkiyi paylaşan, yani doğrudan sömürülen bir sınıf olması, ona potansiyel olarak güçlü bir karşıt-muhalif kültür üreticisi rolü kazandırır. Burjuvazi popüler kültürü tahakkümün aracı haline getirse de, işçi sınıfı bu zinciri kırabilecek yegâne gücü bağrında taşır. Ne var ki, en gelişmiş ve en geniş ölçekli sanayi dallarında çalışan sanayi proletaryası dahi henüz bütüncül bir ideolojiye sahip değildir. Dolayısıyla, sınıfın çıkarlarına karşıt ideolojiler gündelik deneyim düzeyinde her bireyin, her grubun ve her kesimin bilincini yeniden ve yeniden şekillendirmektedir. Bu yüzden popüler kültür, sınıfların ortak ekseni gibi görünür; aslında proletaryayı da egemen ideolojiye eklemleyerek onun bilincini kuşatma altına alır.
Sonuç şudur: Öncünün bulunmadığı koşullarda, ideolojikleştirilmiş popüler kültürün baskısı işçi sınıfının üzerine bir sis bulutu gibi çöker. Bu baskı, günlük hatta anlık olaylar biçiminde proletaryanın bilincine nüfuz eder.
İşte tam da bu nedenle, karşıt bir kültürel üretim kendiliğinden doğmaz; ancak örgütsel, ideolojik ve siyasal bir mücadelenin sürekliliğiyle ortaya çıkar. Eğer bu mücadele toplumsal bir siyasallaşmayla buluşmazsa, proletarya popüler kültürün ideolojik prangalarından kurtulamaz. Fakat tam tersine, örgütlü bir ideolojik üretimle beslendiğinde, sömürülenlerin kendi okumaları ve anlamlandırmaları sayesinde popüler kültürün kendisi tersine çevrilebilir. O zaman popüler kültür, egemenlerin bir manipülasyon aracı olmaktan çıkar; emekçilerin ellerinde birer ideolojik ve kültürel saldırı silahına dönüşebilir.
Bu, yalnızca bir ihtimal değil, tarihsel bir zorunluluktur. Kapitalizmin kitleleri uyuşturan popüler kültür hegemonyasına karşı, işçi sınıfının bağımsız kültürel üretimi ve karşı-hegemonyası yükselmedikçe, halkın iradesi asla özgürleşmeyecektir. Bugün popüler kültür, sermayenin en güçlü silahlarından biridir; ama aynı zamanda proletaryanın en güçlü karşı-silahına da dönüşebilir. İşte görev, bu dönüşümün örgütlü bilincini yaratmaktır.