Advertisement

YURTTA SOSYALİZM, CİHANDA KOMÜNİZM!

ÖZGÜRLÜK PARADİGMASI

Özgürlük arzu, yetenek ve becerilerle ilgilidir ve insanın doğa ile insanla ve toplumla uyumlu ilişkiler kurmasını gerektirir. Özgürlük, insanın yaşam koşullarını kontrol edebilmesi ve potansiyelini gerçekleştirebilmesidir. Örneğin toplum sözleşmesi adil değilse, yetenek ve becerilerimizi doğru kullanamadığımız için özgürleşemeyiz. Özgürlük yoksa, yabancılaşma vardır. Burjuvaziye göre özgürlük ise hiçbir dış etki, baskı, zorlama olmaksızın ve başkalarına zarar vermeyecek şekilde kişinin kendi iradesi ve isteğiyle yaşayabilmesidir. Ancak bu burjuva özgürlük anlayışı biçimseldir ve kâğıt üzerindedir. Özgürlüğü sadece toplumsal kültürün belirlediği isteklerle de tanımlayamayız. İnsanın isteklerini genişleten ya da daraltan üst-yapıdaki kültürdür. Yani kişinin bazı isteklerini gerçekleştirmiş olması özgürleştiği anlamına gelmez. İnsan, çoğunlukla toplumun yaygın isteklerini kendi isteği zanneder. Burjuvazi özgürlük kavramını çarpıtıyor. Bireysel özgürlük yalanı ile insanlar birbirine yabancılaştırılıp, toplumsal yaşamdan uzaklaştırılıyor. Toplumsal, ekonomik ve siyasal özgürlük olmaksızın, somut bir özgürlükten de söz edilemez. Sonuç olarak burjuva özgürlük düşüncesi negatiftir, bireyseldir, önceden verilmiştir ve soyuttur. Özgürlük ise, aşağıda bahsedeceğimiz gibi zorunluluklarla belirlenmiş ve toplumsal ilişki içindeki bireyin yeteneklerini/insani potansiyellerini tam olarak geliştirmek üzere belirlenimleri aşma; öz-belirlenim ve öz-denetime yaklaşma sürecidir. Bu şekliyle de pozitiftir, toplumsaldır, kolektiftir, önceden verilmemiştir ve somuttur.

 

Kapitalizmde insan ile üretim araçları arasında gerilim vardır. Çünkü insan, çok çalışıp az para kazanırken ve başkalarının kullanabileceği ürünleri üretirken kendi yaşamından taviz verir. Bu insanı üretim için harcadığı emeğe yabancılaştırır. Yani insanın varoluşu ile emek harcayışının arasında bir uyumsuzluk oluşur. Çünkü kişisel arzusunu bastırırken yetenek ve becerilerini kullanamaz. Sınıflı toplumun ilişkiler ağı, özgürlükçü değildir. Kapitalizmin önkoşulu baskıdır ve pozitif özgürlüğü kısıtlar, işçinin isteklerini gerçekleştirmek için gereken iktidar olanaklarını elinden alır; negatif özgürlüğü kısıtlar, işçi mülksüz olduğu ve işgücünü satmak zorunda olduğu için baskıdan özgürleşmesine olanak tanımaz. Kapitalizmde insanın (işçinin) özgürlüğü, emeğini patrona satma özgürlüğüdür. Bu biçimsel özgürlük, gerçek anlamda özgürlükten uzaktır, çünkü işçi hayatta kalmak için çalışmak zorundadır. Üretim araçlarına sahip olanlar, güç aygıtlarına sahip oldukları için oldukça özgürr. Üretim ilişkilerine yön vermek, özgür olup olmadığımızı belirler. Yani özgürlük, belirleyici değil, belirlenen bir şeydir. Geliştirdiğimiz bir sistemde özgürleşebiliriz ya da adaletsiz bir üretim ilişkileri sistemi geliştirilirse kapitalizmdeki gibi köleleşiriz. Özgürlük, alt-yapıdaki üretim ilişkilerine bağlı olarak değiştiği için üst-yapısaldır.

 

Toplumsal ilişkiler, paranın (sermayenin) gücünün etkisinden kurtulduğu ve insan odaklı hale geldiği zaman ancak gerçek anlamda özgürlükten bahsedilebilir. Bunun sağlanabilmesi için toplum üzerinde tahakküm aracı olan üretim araçlarının özel mülkiyetinin ve ücretli emeğin kaldırılması, paranın saltanatına son verilmesi gerekir. Para ve mal insandan daha fazla değer halinde olduğu için zengin olan burjuvazi de dahil hiç kimse kendini gerçekleştiremez. Çünkü para değer olunca, zengin de paranın aracı haline gelir. Yani burjuvazi oldukça özgür olsa da kapitalizmde özgürlük tam anlamıyla var olamaz. Özgürleşmek ise insana bağlıdır. Özgürlüğü mümkün kılan toplumsallık yoksa nitelikler kullanılamaz. Özgürlük, ne insanın doğasından gelen hazır bir değerdir, ne de doğanın insanın önüne koyduğu bir değerdir, ne de metafizik bir yaratıcının insanlara bahşettiği bir şeydir. Özgürlük, insanların kendi yaşamlarını düzenlerken, kendilerine verdikleri değerdir. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılması, üretimin önündeki yapay engellerin yanı sıra üretici güçlerin ve ürünlerin ekonomik krizlerde doruğa çıkan mutlak savurganlığını ve yıkımını da ortadan kaldırarak, üretici güçlerin gelişiminde bir sıçrama yaratacaktır. Özgürlük, üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılması ve ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulmasıyla mümkündür. Bu, işçilerin emeklerinin ürünlerine yabancılaşmasını sona erdirir ve toplumu, sermayeye değil, insan ihtiyaçlarına yönlendirir. Mülkiyet tutkusundan, gösterişten, bencillik, hırs ve rekabetten arınan insanın doğayla, kendisiyle ve toplumla uyum içinde yaşamasıyla, bireyler arasındaki ve bireyle toplum arasındaki karşıtlıklar son bulurken, bu durum cinsiyetler arası ilişkileri de daha önce hiç olmadığı kadar doğal ve özgür yapacaktır. Özgürleşmek için eylem şarttır. Eylemsiz özgürlük yoktur.

 

Gerçekten özgür düşünmek, idealizmin zincirlerinden kurtulmak da ancak diyalektik materyalizmi kavramakla ve yaşamı devrimcileştirmekle mümkündür. Marksizm, özgürleşme düşüncesini maddi ve sınıfsal temellere oturtmuştur. Mücadele içindeki sınıflar arasındaki çelişkinin işçi sınıfı çıkarına çözümü, yani kapitalist sistemde emeğini satmanın bir zorunluluk olmaktan bizzat işçi sınıfı tarafından çıkartılması özgürlüğü sağlayabilir. Yani özgürlük, yalnızca bireysel değil, kolektif bir kavramdır; çünkü bireyin özgürlüğü, toplumun tüm üyelerinin özgürlüğüne bağlıdır. Proletarya, kapitalizmin sömürü mekanizmalarını ortadan kaldırarak yalnızca kendisini değil, tüm insanlığı özgürleştirebilir. Marksizm bir özgürleşme kuramıdır. Marksizme göre “özgürlük” sömürüden mutlak kurtulmaktır. Sömürüden mutlak kurtulmak kapitalizmden mutlak kurtulmuş olmak anlamına gelir. Bu, kapitalizmin içinden ve içinde bir özgürlük kurulamayacağının tespitidir. Marksist özgürlük anlayışı, insanın sömürülmesini reddetme, zorunlulukların kölesi olmaktan kurtulma, birey-toplum bütünlüğü üzerinde yükselir. Özgürlük sadece baskı ve zorlamanın olmaması değil, aynı zamanda toplumdaki bireylerin birbirleriyle uyum içerisinde kendilerini var etmesidir. Özgürlük kişinin yeteneklerini, becerilerini, arzularını en üst seviyede gerçekleştirebilmesidir. Bu bağlamda marksizm için özgürlük hem bir yalan, hem de ulaşılması gereken bir hedeftir. Özgürlük, yalnızca siyasi düzlemde tanımlandığı ölçüde bir aldatmacadır. Özgürlük yoksunluklarla veya bireyi bir eylemi yapmaktan alıkoyan tersi yöndeki engellemelerle tanımlanamaz. İnsanların birbirleriyle ve doğa ile, gerçek ve dolayımsız bir ilişkiye girmediği koşullarda özgürlük yalnızca bir yalandır. Örneğin para ve değişim-değeri gibi soyut olgular, bunun önündeki en ciddi engeldir. Bunların varlığında gerçeklik sorgulanabilir hale gelir. Böylesi bir gerçekliğin olmadığı yerde de özgürlük olmaz. Özgürlük gerçeklikle girilen en sahici ilişkidir. Özgürlük, yaşamın koşulları üzerine hakimiyet kurmak, dahası bu hakimiyeti bilinçli ve rasyonel bir planın öznesi haline getirebilmektir. Böylece insan kendi varlığının hakimi haline gelir. Özgürlük insanın varlığının gerçeklenmesidir. Özgürlük toplumsal bir olgudur. Bu nedenle insanların kendi ekonomik çıkarlarını başkalarının ekonomik niyetlerinin üzerinde tutmasına karşı çıkılması doğal gibi gelse de, aslında sorulması gereken bu çıkarların neden ayrı ve bu kadar uzlaşmaz, başkalarının alanına tecavüz etmeden ifade edilemez hale geldiğidir. Sınıf ve özgürlük arasındaki ilişki bir kez açığa çıktığında, devletin sönümlenmesi üzerine sürdürülecek bir tartışmanın da bundan bağımsız süremeyeceği ortaya çıkar. Proletarya diktatörlüğü özgürlük yolunda gerçek bir adımdır ve bizzat kendisi özgürleştiricidir çünkü özgürlükle öznelliğin arasında kurulması gereken somut ilişkinin içinde kendisine yer bulduğu bir yapıdır. Üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki ilişkinin çözümü özgürlük için ön şarttır. Sınıflar arasındaki farklılıkları yok eden yol, özgürlüğe giden yoldur.

 

Özgürlük ancak ve ancak sömürüye yaslanmayan bir zeminde, kitlelerin kendi kendini denetlediği ve üretimin planlı olduğu bir toplumda gerçekleşebilir. Sosyalizme geçiş sürecinde (proletarya diktatörlüğü) herkes belirli bir üretimde bulunur ve emek harcar. Bu üretim yarı-devlet adına yapılır. Devlet, insanların ihtiyaçları ve gereksinimlerine göre dağıtımda bulunur. Ardından sınıflar ortadan kalkar. Komünizm dediğimiz sonraki küresel aşamaya geçerken devlet de ortadan kalkar. Herkes, ihtiyaçlarına ve yeteneklerine göre üretir. Her şey kamusaldır ve her şey ortaktır. Böylece insanlar, ihtiyaçlarından fazlasına gereksinim duymayacakları için biriktirme arzuları da olmayacaktır. Biriktirme arzusu olmadığı için parayı değer haline getirmeyecektir. Böylelikle para biriktirmek için zamanlarını ve emeklerini harcamayacaklardır. Artık kendi arzularını doyurmak, yetenek ve becerilerini geliştirmek için çaba sarf edeceklerdir. Böylelikle de insan, kendini gerçekleştirmeye başlar. Kendini gerçekleştiren insan da özgürleşir. İnsanın kendini gerçekleştirebilme potansiyelini hayata geçirebilmesi için çok temel bir şeye ihtiyacı vardır: Boş zaman. Kapitalizmde ise “boş zaman” ancak işçinin kendini yeniden üretim zamanıyla kısıtlıdır, insanlığa kendini gerçekleştirme potansiyelini tanıyacak olan boş zaman insan doğasına değil ama kapitalizmin işleyişine aykırıdır. Özgür olabilmek için sınıfların ve kâr için üretimin ortadan kalkması gerekir. Sınıflar ortadan kalktığı zaman devlete de gerek kalmayacaktır. Kapitalizmin belirleyici çelişkisi, proletaryanın kendi toplumsal üretimini sağlayan koşullabilinçli olarak ortadan kaldırması sonucu tüm insanlığın özgürleşmesiyle aşılacaktır. Kendi öz toplumsal örgüt biçiminin efendisi olan insan, aynı zamanda doğanın egemeni ve kendisinin efendisi olur, özgür olur. Özgürleşme işini başarmak, proletaryanın tarihsel görevidir. Proletaryaya başarmaya çalıştığı bu tarihsel görevin koşulla ve anlamı üzerine bilgi vermek, proleter hareketin teorik dışavurumunun, marksizmin ödevidir.


Not: Bu kamusal kaynaklı bir çalışmadır ve bir “özgürlük paradigması” sunmak için hazırlanmıştır.