Silahlı ulusal hareketlerin çoğu tarımsal üretimin ve kırsal yaşamın hâkim olduğu dönemlerde ortaya çıktı. Çoğunlukla küçük üretici, köylü, yarı-feodal ilişkilerin baskın olduğu yerde gelişti. Demokratik sosyalizme yönelmesi genellikle üretim biçimindeki dönüşümler ile uyumludur. Hareketin tabanı daha güvenli siyasal koşullar, ekonomik entegrasyon, ifade, örgütlenme ve siyaset özgürlüğü alanının genişlemesi, yerel yönetimlerde güçlenme ile rahatlar. Devlet, maliyetin azalması, yeni ekonomik büyüme alanları ve uluslararası ilişkilerde meşruiyetle rahatlar. Yani değişim, üretim biçimlerinin kentleşmesi, piyasa ilişkilerinin derinleşmesi, sınıfsal dönüşümün hızlanması, ulusal hareketin toplumsal tabanındaki ekonomik değişim, devlet ve kapitalist sistemin yeniden yapılanması gibi maddi süreçlerin ürünüdür. Gerillalar parlamenter olur.
Kapitalist üretim tarzının emeği sömürdüğü, artı-değer birikiminin sınıf ayrımını artırdığı ve devlet aygıtının burjuva sınıfın çıkarına göre biçimlendiği sınıfsal sömürü analizinde uzlaşmıyorsunuz. Halk meclisleri, komün, kooperatif gibi araçları güçlendirmede uzlaşıyor musunuz? Emperyalist güçlerin bölgede çıkarlarına, neoliberal politikaların militarizasyonuna, uluslararası sermayenin bölgesel baskılarına eleştirel yaklaşımla anti-emperyalist zeminde uzlaşmıyorsunuz. İfade, örgütlenme ve siyaset özgürlüğü-hakkı için devrimci söylemde uzlaşıyor musunuz?
Bir hareket yumuşak geçiş, demokratik sosyalizm, evrimci dönüşüm vb. söylemlerle sosyalizm savunduğunu iddia ederken, nihai hedef açısından kendisine yakın görünen marksistlere-marksizme saldırıyorsa, sınıfsal karakteri net değildir ve "Kim yoldaş kim değil?" sorusu cevaplanamaz. Sorun ideolojik değil, maddi karakter sorunudur. Kapitalistleşmesi eşitsiz, gelişmemiş sanayi, şiddetli işsizlik, aşiret-klan yapılarının artıklarının olduğu, devlet baskısının ekonomik yeniden üretim üzerinde rollendiği koşullarda bir hareketin tabanında çifte bağımlılık vardır. Bu tür toplumlarda hareketler de tutarlı sınıf karakteri geliştiremez. Bu geç kapitalistleşmenin ve eşitsiz-bileşik gelişmenin ürünüdür. Böyle hareketlerin ideolojik gövdesi "küçük burjuva devrimciliği ile ulusal özgürlükçülük" arasında gider gelir. Devrimci özneyi netleştiremez. Yani doğal müttefiklerle geniş ittifak kuramazlar. Sosyalizme evrimsel geçiş ihtimali de zayıflar. Pratik politika değil, doktriner mücadele hakim olur. Bir gün radikal sosyalist, ertesi gün ulusalcı, sonra demokratikleşmeci ve anti-demokratik olabilir. İdeoloji saldırganlaşır.
Görünen o ki şeyh-teba ilişki kliğiyle pervasızca hareket eden önderlikleri bir an önce müdahale etmezse, KÖH'ün tabanı silahlarını faşizme karşı değil, anti-faşizme karşı çevirebilir. Şeyh-teba ilişkisi devrimci hareketleri hiyerarşik-merkezî kliklerin çıkarlarına bağımlı kılar. Demokratik sosyalizm vb. yumuşak geçişi savunan bir anlayışı bile saldırganlaşarak marksizmin karşısında konumlandırmak açıkça burjuvaziye hizmet etmektir. Marksistler "ulusal sorun bitecek ve halk birlikte örgütlenecek" diye sevinirken onları faşist diye yaftalamak yoldaşlık mı? KÖH tabanı çoğunlukla küçük köylü, aşiret ve yerel küçük burjuvaziden oluşur. Toprak, mülkiyet ve yerel otoriteyi koruma eğilimindedir. Büyük sermaye veya merkezi devlet baskısına karşı bazen isyan eder ama kolektif, sınıf temelli sosyalizm desteklemekten çekinir. Peki önderliği? KÖH tabanı geleneksel, aşiretçi ve dini değerlere bağlıdır. Marksizm dinî otorite ve geleneksel hiyerarşileri eleştirir. Aşiretçi yapıyı, şeyh-teba ilişkisini sorgular. KÖH tabanı onu yabancı, saldırgan ve toplum değerlerini tehdit eden bir ideoloji olarak görür. Peki önderliği? KÖH tabanı için Marksizm "silahlarımızı faşizme değil kendi halkımıza karşı çevirir" gibi yanlış bir algı yaratabilir. Bu nedenle, taban Marksizmi hareketin çıkarlarına karşı bir tehdit olarak görür. Örgütsüzlük ve yanlış algı, Marksizme saldırıyı meşrulaştırır. Peki önderliği? KÖH tabanının Marksizme saldırısı, tamamen maddi çıkarlar, kültürel değerler ve örgütsel-ideolojik yönlendirmelerle açıklanabilir. KÖH içinde lider ve klik kültü, tabanın ideolojik yönelimini şekillendirir. Önderlik Marksizmi ideolojik rakip olarak sunabilir. Önderlik sarsıntıda.
Demokratik sosyalizm, hem demokratik özgürlükler hem de ekonomik ve toplumsal eşitlik hedefler. Ama özgürlüğü çok vurgularsan, bireysel mülkiyet ve piyasa girişimleri güçlenir; eşitsizlik yaratır. Eşitliği çok vurgularsan, devlet müdahalesi artar, bireysel özgürlükler kısıtlanır. Yani demokrasi ve sosyal eşitlik arasında süren denge arayışı vardır. Demokratik sosyalizm, barışçıl-parlamenter yollarla değişim savunur. Ama sistemin radikal eşitsizlikleri ve baskıları derinse, bu reformist yöntemler yetersiz kalabilir ve devrimci yöntemler ihtiyacı doğabilir. Yani hareketin stratejisi ve ideolojisi arasında çelişki oluşur. Demokratik sosyalizm, sınıf dayanışması ve uluslararası işçi hareketlerini önemser. Ama aynı zamanda yerel talep ve kültürel özerklikleri korumalıdır. Yani ulusal taleplerle uluslararası sosyalist dayanışma çelişir. Teoride demokratik sosyalizm eşitlik ve özgürlüğü birlikte savunur. Pratikte ise ekonomik kaynakların sınırlılığı, politik güç dengeleri ve toplumsal direnç nedeniyle bu ikisini tam olarak gerçekleştirmek imkansızdır. Yani dışsal çatışma çözülür ama içsel ideolojik çelişki kalır.
Silahlı mücadeleyi bırakarak devletle masaya oturmak, genellikle stratejik bir karardır, rastlantısal değildir. Karar hem hareketin kendi sınıfsal ve toplumsal tabanını hem de devletin sınıfsal çıkarlarını ve baskı kapasitesini hesaba katar. Yani genelde programlıdır diyebiliriz. Ama sürükleniyor da olabilir. Eğer ekonomik ve politik koşullar hızlı değişmişse (kriz, uluslararası baskı, toplumun barış talebi), hareket zorunlu olarak pazarlığa yöneliyor olabilir. Bu durumda hareket, kendi iradesiyle değil, dışsal ekonomik ve siyasi baskılarla yönleniyordur. Tarım toplumundan sanayi-karma ekonomiye geçiş ve küçük üreticiden sermaye yoğun üretime geçiş süreçleri hareketin geleneksel ekonomik tabanını zayıflatmış olabilir ve silahlı mücadeleyi sürdürülemez hale getirmiş olabilir. Devletle pazarlık, ekonomik modernleşme sonucu olabilir. Orta sınıfın veya burjuvaziye yakın çıkar gruplarının güç kazanması, köylülük ya da işçi sınıfının devletle ilişkisinin değişmesi ve hareketin tabanında "artık şiddet yerine pazarlıkla kazanma" bilincinin yükselmesi, yani sınıfın yeniden örgütlenmesi de pazarlığa sebep olabilir. Küresel kapitalist pazarlara entegrasyon, devletin kaynaklar ve vergi gelirleri üzerinden sosyal transferler yapabilme kapasitesi ve silahlı mücadele maliyetinin ekonomik olarak sürdürülemez hale gelmesi de pazarlığa sebep olabilir. Pazarlık maddi koşulların ürünüdür diyebiliriz.
Abdullah Öcalan devleti hemen aşılması gereken bir yapı olarak ele alırken Marksizm devletin tarihsel bir geçiş sürecinde kullanılabileceğini savunur. Marksizm daha yapısal ve ekonomi-merkezlidir, Öcalan ise kültürel, feminist ve etik boyutlara geniş bir yer verir, komünalisttir. Öcalan Marksizm merkezine sınıf analizini koyduğu için onun ekonomik indirgemecilik olduğunu ve onu aştığını söyler. Bunu ilk söyleyen değildir. Ekonomik sömürüyü kabul eder ama sınıf mücadelesini toplumun tek belirleyeni olarak görmez. Ulus-devleti temel problem olarak tanımlar. Öcalan feminist teoriyi merkeze alırken, Marksizm için toplumsal cinsiyet tali bir unsurdur ancak sosyalist feminist akımların bu boşluğu doldurduğu söylenebilir. Devrim yerine dönüşüm, müzakere ve çok katmanlı siyaset önerir, Marksizm ise devrimci kopuşa dayalı bir stratejidir. Feminizm tarihsel olarak Marksizme eklemlenen bir boyuttur ama Öcalan'a göre toplumsal özgürlüğün merkezindedir. Öcalan devletin ele geçirilmesini değil, devletsiz demokratik konfederalizm önerir, Marksizmde devlet geçici bir "proletarya diktatörlüğü" aşamasıdır, sönümlenecektir. Öcalan normatif ve etik toplum tasavvuruyla ahlaki-politik bir toplum anlayışına sahiptir. Tarihsel materyalizm ise üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin tarihsel değişimin temel belirleyicisi olduğunu gösterir. Öcalan'ın demokratik sosyalizmi yeni var olmayan bir kolaycılıktır. Kapitalizmin iktisadi yapısını aşmadan, toplumsal düzeni yalnızca kültürel–etik reformlarla dönüştürmeye çalışmak, kök nedenlere gitmemek demektir. Devlet iktidarını hedeflememek, kapitalizmin maddi gücünü hafife almak anlamına gelir. Öcalan sadece devrimci çatışmayı yumuşatıyor.
1949'da doğan Abdullah Öcalan aşiretçi-feodal köy yapısı, erkek egemen toplum, merkeziyetçi devlet baskısı, tarımsal üretim ve geleneksel otorite ortasında marjinal Kürt kimliğiyle büyüdü. İlk ve orta öğretimde ekonomik eşitsizlik, sosyal baskı ve kültürel ayrımcılık ile tanıştı. 1960'ların devrimci hareketlerinden etkilenerek Marksizm-Leninizm ile tanıştı; anti-emperyalist sınıf mücadelesini benimsedi. Ona göre Kürt ulusal kimliğinin özgürleşmesi, sosyalist bir devrimle mümkün olabilirdi. 1970'lerde devrimci örgüt ve yeraltı hareketleri ile ilişki kurdu. Marksist-Leninist ulusal kurtuluş paradigması hâkim olunca ulusal bağımsızlık ve sınıf mücadelesi birlikte ele alındı. Devlet, bağımsız bir Kürt ulusu kurmak için araç olarak görüldü. 1978'de PKK kurulduğunda gerilla savaşı temel stratejiydi ve kadınlar-ekoloji gündemde değildi. 1990'larda devletlerin etnik topluluklar üzerinde baskıcı, homojenleştirici olduğunu gözlemledi. Emperyalizm ve neoliberal ekonomi etkisiyle ulus devletleri sorgulamaya başladı. Marksizm-Leninizm eleştirerek ekoloji, kadın özgürlüğü ve demokratik yerel yönetim konularına yöneldi. Bu dönemde PKK, Murray Bookchin'in toplumsal ekoloji ve liberteryen belediyecilik fikirleri ile feminist düşünce ve kadın özgürlüğünü toplumsal özgürlüğün ön koşulu olarak gördü. KÖH'ün ilham aldığı Bookchin 2000'ler başında anarşizmden koptu. "Komünalist Karar Anı" makalesinde ayrılığını gerekçelendirdi ve kendisini komünalist olarak tanımladı. Terimi ilk kez Paris komünarı Gustave Lefrançais kullanırken "anarşist değil, komünalisť" olduğunu bildirmişti. "Anarşistler "artık" gerçek anlamda komün yönelimli özgürlükçü toplum yanlısı değildirler ve (...) program olarak tutarlı bir toplumsal mücadeleye bağlanmaktan kaçınmaktalar." diyordu. Klasik marksizmin tarihsel mirasından uzak durmak için de komünalizm kavramında ısrar ediyordu. Bookchin'e göre, komünalist temelde demokratikleştirildikten sonra konfederasyon çatısı altında birlikler oluşturulacak ve ulus-devletin rolüne meydan okunacak, halk meclisleri ve konfederal konseyler aracılığıyla iktisadi ve politik yaşam üzerinde denetim kurmaya çalışılacaktır. Abdullah Öcalan 1999'da yakalandı. Ulus-devlet yerine çoğulcu, federatif ve özerk topluluklar önerdi. Ona göre etnik, kültürel ve dini farklılıklar kendi özerkliğinde yaşayabilirdi. Sınırlar yerine federatif demokratik yapı ve yerinden yönetim olmalıydı. Kendi alternatif paradigmasına "Demokratik Konfederalizm" diyordu. 27 Şubat 2025'te örgütü feshetme ve silah bırakmaya çağırdı. PKK, 5-7 Mayıs 2025 tarihlerinde Kuzey Irak'ta (Qandil ve başka bölgelerde) 12. Olağanüstü Kongresi'ni topladı. Kongrede alınan kararlarla örgütsel yapı feshedildi ve silahlı mücadele yöntemi sonlandırıldı. "Demokratik siyaset" temelinde mücadelenin sürdürüleceğine karar verildi. PKK açıklamasında "örgütün tarihi misyonunu tamamladığı" ifadesi var. İran kolu PJAK liderleri fesih kararının kendilerini kapsamadığını açıkladı. Suriye'de silahlı mücadele yürütenler de kararın kendilerini kapsamadığını ifade ediyor. Şimdi Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü gündemde.
Neo-liberalizm sermayenin hareket serbestisini ve kârın maksimumlaştırılmasını hedefler. Türkiye'de 1980'lerden beri neo-liberal politikalar kamu sektörünün küçültülmesi, özelleştirme ve piyasa liberalleşmesi, uluslararası sermaye yatırımları ve işçi haklarının zayıflatılmasıdır. Bu model, ulusal sorunları ya baskılayarak ya da ideolojik araçlarla durgunlaştırarak sermayenin önünü açmayı tercih eder. Yani ulusal sorun, kapitalist birikim sürecinin işleyişi açısından hem engel hem fırsat yaratabilir. Ulusal haklar sermaye için istikrarlı ortam yaratabilir. Ulusal sorunu zorla bastırmak, sermaye birikimi için kısa vadede güvence sağlasa da uzun vadede maliyetli olabilir, direniş ve çatışmalar yatırım ortamını bozabilir. Ulusal sorunun demokratik çözümü, egemen sınıfın çıkarına uygun görülüyorsa uygulanabilir. Bu kontrollü çözümdür. Türkiye kapitalizmi, küresel sermayeye entegre olmayı öncelikliyorsa, onun için ulusal sorunu demokratik bir çerçevede çözmek stratejik olarak mantıklı olabilir. Yatırımların önünü açar ve sosyal gerilimi azaltır. Ama sistemin yapısal çelişkilerini, ekonomik eşitsizliği sürdürür. Neo-liberal birikim modeli süreceği için, sermaye hâlâ işçi sınıfını bölmek için ekonomik araç ve ideolojik propagandalar kullanabilir. Ulusal sorun çözülse bile "sınıf mücadelesi" sistem tarafından baskılanabilir. Mücadeleyi güçlendirmek için örgütlü ve bilinçli adımlar gerekir.
Barış mı? O da sınıfsaldır!
